Tuesday, May 1, 2018

İslamî Tecdit Hareketleri Hakkında



Mevdudî, on beş yaşından yetmiş küsur yaşına kadar hayatı kütüphanelerde geçmiş bir insandır. Yazdığı kitaplar üst üste yığılınca kendi boyunu aşar. Yaşadığı dönemde bir kısım içtimaî oluşumların mimarı olmuştur ve İslâm adına bir aksiyon insanı olarak zihinlere kazınmıştır. Bazıları onu bazı düşüncelerinde eleştirseler bile hasenatı o kadar çoktur ki, seyyiat denen şey onun yanında görünmez olur. Kaldı ki temel anlayışımıza göre biz kendi günahlarımıza bakıyor, başkalarının günahlarının deryada damla olduğunu düşünüyor ve kimseyi ayıplama yoluna gitmiyoruz. Muhyiddin İbn Arabî Hazretleri de bu ahlâkı ders vermiş, kendi seyyiatını gözünün önüne koyduğun zaman neredeyse şeytanın günahlarını bile görmemek lâzım geldiğini ifade etmiştir. Bu duygunun kaynağı Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir hadisinde ifadesini şu şekilde bulmaktadır: “Senin en can alıcı hasmın, şahsî çerçeven ve mahiyetin içindeki nefsindir.” Binaenaleyh insan, içindeki bu düşmana bakmalı, başka şeylerle meşgul olmamalıdır. Zannediyorum böyle yapmakla o iki önemli hasleti haiz olur: Kendi kusurlarını görme ve başkalarının kusurlarına göz yumma. Zira kendi kusurlarını görmeyen hep başkalarının kusurlarıyla meşgul olur. En büyük fazilet, kusur dendiği zaman insanın kendisini hatırlaması, Cehennem dendiği zaman ellerini dizine vurup “Ah! Ben oraya girersem ne olur hâlim!” demesi, eğer yeryüzünde şeytanlık birinin başına konacaksa, bunun kendi başı olabileceği endişesini taşımasıdır.

Dünyanın değişik yerlerinde İslâmî canlanmalara hareket  veren insanlar her dönemde var olmuştur. Bu insanlar hakkında menfi söz söylemek kesinlikle uygun değildir. Hele vefatlarından sonra bunlar hakkında konuşmak büyük vebaldir. Sadece kendi fikir önderine takılıp başkalarını yok saymak bir mü’minin yapacağı iş değildir ve olmamalıdır da.

Tecdit hareketi dünyada devamlı olacak ve her yüz senede bir müceddit gelecektir. Selef arasında bile bir-iki tanesinin dışında hiçbir mücedditte ittifak edilmemiştir. Aslında herkesin, bağlandığı zatı büyük görmesi, onun feyzinden istifade edebilmesi adına önemlidir. Aksine onda bir kısım kusurlar gördüğü müddetçe füyûzâtından istifade edemez. Ne var ki birini büyük görmek, başkalarını kusurlu ve sapkın görmeye sebebiyet vermemelidir. Bu konuda yapılacak şey, onun bazı noktalarda başkalarından üstün olduğu mülâhazasıyla ona bağlı bulunduğunu ifade etmek ve daha faziletli ve üstün biri bulunduğunda ona gidebilmeye kapıyı açık bırakmaktır.

** 
“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) devrinde, en birinci mesele olarak, nesle eğilme ve milletin maarifine müteveccih olma, hayatın ders verici bir mektep hâline getirilip objektif olması, her hâdiseden dersler çıkarılması gibi hususlar ele alınıyordu. Gün geldi büyük çoğunluğu itibarıyla buna sırt dönüldü. Fakat daha sonra bazı kimseler yavaş yavaş bu büyük ve ince meseleyi kavrayıp tekrar ona yöneldiler. Gün geçtikçe bunların sayıları arttı ve bu anlayışla dine hizmete teveccühler olmaya başladı. “Acaba bu anlayışta olan kimseler meseleyi büyük dirayet ve zekâlarıyla mı kavramışlardı?” sorusuna verilecek cevap olumlu olmayacaktır. Zira bu, bir itaat ve teslimiyet mevzuudur ve böyle kabul edilmelidir. İnsanlar bazılarını dinlemiş, onlara bağlanmış ve onların prensipleri altında hareket etmişler ve isabet ettiklerini gördükçe kanaat ve yakinleri biraz daha artmıştır; mesele bundan ibarettir. Bu açıdan da kimsenin kimseye karşı gurura girmeye hakkı yoktur. Kıtmir, mürşid meselesini böyle anlamada fayda mülâhaza ediyorum.”