Alman deneysel fizikçi Philipp von Lenard,
bilimsel çalışmalarını dört ciltlik ‘Alman Fiziği (Deutsche
Physik)’ adlı eserinde toplamıştı. Eserin adından da anlaşılacağı üzere
Nazi Almanyasıydı bu. Lenard, amatör bir Nazi heveslisi değildi. 1905’te Nobel
fizik ödülünü kazanmış önemli bir fizikçiydi. Einstein'in dediği gibi 'deneysel
fizikte bir ustaydı'. Ama, entelektüel açıdan oldukça sığ bir insandı ve dahası
duygusal yeteneği ve hayal gücü gelişmemişti. Partiye katıldığı 1924’ten
itibaren Nazizmin aktif bir neferi oldu.
Einstein’ın görecililik kuramını veya kuantum mekaniğini,
'Nordik fiziğe' bir Yahudi saldırısı olarak gören ‘Aryan Fiziği’ akımının en
önemli temsilcisi oldu. Lenard, Einstein’ın teorilerine ‘Yahudi sahtekarlığı’
diyordu. Hitler’in danışmanı olarak atanması uzun sürmedi.
Alman Fiziği anlayışının bir diğer öncüsü de bir başka Nobel
Ödüllü (1919) fizikçi Johannes Stark’tı. O da ‘Yahudi fiziği’
dediği teorik fizik ve kuantum fiziği çalışmalarına ulusal savaş ilan etmişti.
Albert Einstein ile beraber bir diğer büyük hedefi ise kuantum fiziğin önemli
ismi Werner Heisenberg’ti. Yalnız Stark’ın beyaz ırkçısı düşünce
konforunu tehdit eden bir sorun vardı. Heisenberg Yahudi değildi. 1937 yılında
SS gazetesi Das Schwarze Korps’ta yazdığı bir makalede sertçe
eleştirdiği Heisenberg’e ‘beyaz Yahudi’ lakabı taktı. Irkçı düşünce
konforunu tehdit eden durumu bu şekilde aşmaya çalıştı. Lenard’ın bu
yaftasından sonra Heisenberg, Münih Üniversitesindeki işini kaybetti. Sadece
bir diktatörlükte işe yarayacak bir tesadüf, Heisenberg’i politik mahkuma
dönüşmekten kurtardı. Annesi, SS’lerin lideri Heinrich Himmler’in
annesi ile arkadaştı. Himmler, Heisenberg'e sahip çıktı.
Stark, 21 Ağustos 1934 günü Nobel ödüllü(1914) bir başka Alman
fizikçisi Max von Laue’ye yolladığı mektupta, ‘ya partinin
saflarına gelirsin ya da sonuçlarına katlanırsın’ tehdidinde bulunacaktı.
Mektubunu, ‘Heil Hitler’ selamıyla bitirmişti. Von Laue, işini kaybetme
pahasına parti ile aynı safa gelmeyi reddeden bilim insanlarından biri oldu.
Akademinin, devlet gücü ve yükselen Nazizm karşısında hizaya
geçtiği bir dönemdi. 1931 yılında 'devletin' isteği üzerine yüzlerce bilim
insanı ve felsefeci Einstein'ın bilimsel anlayışını ve çalışmalarını kınayan
ortak bir ortak eser yayınladığında, Einstein'a destek sadece Von Laue ve
Walther Nernst'ten geldi. Von Laue, Lenard ile bir tartışmasında,
Einstein'a yapılanları 'beni öldürseniz de dünya dönmeye devam edecek' diyen
Galileo'ya yapılanlara benzetecek ve günün sonunda Einstein'ın teorileri ayakta
kalacak, Aryan fiziği değil diyecekti. Aynı dönemde Nazileri desteklemese de
sessiz kalacak Max Planck'ın aksine Nazi demagoglarına karşı açık bir cesaret
sergiledi. Sokağa her çıktığında sürekli koltuklarının altında bolca paketle
dolaşmasının nedeninin, hiçbir zaman Hitler selamı vermek zorunda kalmamak için
olduğu anlatılır.
Stark da tıpkı Lenard gibi 1934 tarihli ‘Nasyonal Sosyalizm ve
Bilim’ adlı kitabında, teorik fiziğin ve atom fiziğinin ‘Yahudi oyunu’ olduğunu
iddia edecek ve Almanya’daki bütün bilimsel makamlara sadece Alman kanından
olanların gelmesi gerektiğini kaydedecekti. Bir bilim insanının asıl görevinin ülkesine
hizmet etmek olduğunu savunacaktı. Ona göre ülkeye hizmet ile partiye hizmet
aynı şey demekti. Nazizme hizmet etmiyorsan ülkeye ihanet içindesin demekti.
Nobel ödüllü bu fizikçi, ‘Hitler: Kişiliği ve Amaçları’, 'Hitler Ruhu ve
Bilim' gibi kitaplar yazarak ülkesine 'bilimsel hizmetini' taçlandırmıştı.
Goebbels'in başında olduğu Propaganda Bakanlığının da isteği ile
Stark 1934 yazında Nobel ödülü sahibi 11 Alman meslektaşını şu ortak bildiriyi
imzalamaya davet edecekti:
''Biz Alman bilim insanları Adolf Hitler'i Alman halkının lideri
ve koruyucusu olarak tanıyor takdir ediyoruz. Onun desteği ve teşviklerinin
gölgesinde bilimsel çalışmalarımız Alman halkına hizmet edecek ve dünyada Alman
varlığını ve özgüvenini yükseltecek.''
Hiçbiri bu yarı dini metni imzalamayı kabul etmedi.
Kifayetsizliğin
fiziği
Philipp von Lenard,
Einstein’ın her zaman düşmanı değildi aslında. İkili arasında birbirlerine
övgüler dizdikleri mektuplaşmalar bile oldu. Lenard, sonraki yıllarda Einstein’ın
çalışmalarını ‘fiziğin aşırı matematikleştirilmesi ve aşırı teorikleştirilmesi’
olarak göstermeye başladı. Ancak bunun da ayrı bir bilimsel yaklaşım
olabileceğini kabullenmek istemiyordu. 1920 Eylülünde, Bad Nauheim'deki Alman
Bilim İnsanları ve Fizikçileri Cemiyetinin toplantısında rölativite hakkındaki
sert tartışmalarıyla bağları koptu.
Lenard ve Stark gibi yüzyılın ilk çeyreğinde Nobel fizik ödülü
almış geleneksel fizikçiler, modern fizikteki baş döndürücü gelişmelerin çok
gerisinde kaldılar. Yetersizlikleri ve egolarının baskısı altındaydılar. O
günlerde Almanya’ya sinen paranoyak, ırkçı, histerik iklimin de sunduğu
fırsatla en kolay yola saptılar: Deneysel fiziği vatan-millet meselesi yapıp,
bunun dışına çıkanları millete ihanetle suçlama kepazeliğine... Lenard, teorik
fizikçileri, o günlerde sanatta yükselen kübizm akımının temsilcilerine
benzetti. Tıpkı, düzgün resim çizebilme yeteneğinden yoksun olduğu için
şarlatanlık sergileyen’ Picasso’ gibi Einstein de anlamadığı fiziğe
şarlatanlıkla yaklaşıyordu. Lenard ve Stark o günlerde toplumsal yaşamın
her alanındaki bütün kifayetsiz muhterisler gibi Hitler destekçisi oldular ve
‘rakiplerini’ devlet gücü kullanarak alt etmeye çalıştılar.
Bruce Hillman’ın ‘The Man Who Stalked Einstein’ adlı
kitabı, Leonard’ın Einstein’a dinmek bilmeyen kör öfkesinin etkileyici bir
öyküsü. Hitler’in kendisini ulusun Führer’i ilan ettiği 1933 yılının
başlarında, Humboldt Meydanına yığılarak yakılan ‘Alman ruhunun düşmanı'
binlerce kitabın arasında Einstein’ın eserleri de vardı. Lenard, yanan
kitapların yaydığı ışıkta, ‘Yahudilerin göreceliliği nihayet bu gece yok oldu’
diye düşünerek böbürleniyordu. Einstein ise o yılın başında yerleştiği New
Jersey, Princeton’daki evinden geride bıraktığı ülkesindeki karanlık dehşete
tanıklık ediyordu.
Lenard ve Johannes Stark, 1933’te Führer rejiminin ‘devlette
temizlik’ gerekçesiyle çıkardığı Kamu Hizmetlerinde Restorasyon Yasasına
dayanarak, Alman üniversitelerini ‘Yahudi etkisinden temizlediler' ve müthiş
bir akademik kıyıma öncülük ettiler. 1145 akademisyen işten atıldı. Bunlardan
11’i Nobel ödülü sahibiydi. Ülkede fizik eğitimi müthiş bir gerilemeye girdi
çünkü açıkça Nazi doktrini ile çok da uyuşan bir bilim dalı değildi. 1934’te
üniversiteler Eğitim Bakanlığına bağlandılar. ‘Deutsche Physik’ şövalyeleri,
yani ‘yerli ve milli’ fizikçiler, devletin resmi bilimsel tezlerini reddeden
bütün Yahudi olmayan bilim insanlarını da üniversitelerden uzaklaştırıyordu.
Üniversiteler artık Lenard gibi Aryan diyalektiğe adanmış sözde
akademisyenlerle doluydu. İronik olarak, Nazi Almanyasının ‘nükleer silah’
geliştirememesinin de en önemli nedeni bu oldu.
Bilim insanları kutsal inek değil. Bilim insanı olmak, sürekli
bilimsel bir tavır içinde olmak anlamına da gelmiyor. Onlardan da da tıpkı
politikacılar gibi gücün, şöhretin veya paranın büyüsüne yelken açan çok
oluyor. Lenard, savrulduğu ‘führercilik’te ve ırkçılıkta sadece Einstein ile
değil herkesle uğraşmaya başlayacaktı. En çarpıcı hedeflerinden biri ise Wilhelm
Roentgen’di. Röntgen ışınını (x-ray) keşfiyle tarihteki ilk Nobel fizik
ödülünün de sahibi olan Roentgen, saf Almandı ve Yahudi değildi. Ama Lenard’ın
hedefi olmaktan kurtulamadı. Lenard, tarihe ‘x-ray’in gerçek babası olarak
geçmek istiyordu. Röntgen cihazının bazı aparatlarını geliştirdiği için buna
hakkı olduğuna inanıyordu. Bunun için de Röntgen’i itibarsızlaştırması
gerektiğini düşündü. Ve oldukça çocukça ve başarısız bir itibarsızlaştırma
kampanyası yürütmekten çekinmedi.
Devletin
biyolojisi
Yaşamın her alanını ‘partinin ve devletin' içine alıp itaatkar
yapma saplantısının tek örneği Nazi rejimi değil. Ülkenin tek adamın veya tek
partinin diktatörlüğüne sokulduğu bütün totaliter rejimlerde bu eğilim
güçlüdür. Örneğin matematiğe, burjuvalara hizmet eden bir bilim olduğu
gerekçesiyle karşı çıkan rejimler de oldu. Nazi rejimindeki ‘aryan bilim’in
Sovyetlerdeki karşılığı ‘proleteryan bilim’di. Her ikisinin de ortak yanı
‘milli bilimin’, ‘gerçek bilim’ olduğuydu. Gerçek bilim ise partinin veya
devletin amaçlarına hizmet eden bilimdi.
Bunun çarpıcı örneklerinden biri de Lısenkoizm diye anılan
politik-bilimsel kampanyadır. Sovyetler Birliğinde Trofim Lısenko adlı
bir biyolog, 1935 - 1965 yılları arasında ülkenin bütün biyoloji
araştırmalarında tek söz sahibi oldu. Çünkü o Stalin’i destekliyordu Stalin de
onu... Lısenko, modern genetiğin bütün bilgilerini reddetmesiyle ünlüydü.
Sonuçta, biyoloji biliminde yeni gelişmeleri dikkate alan 3000’den fazla
biyolog ya işten atıldı veya hapishanelere ve çalışma kamplarına sürüldü.
Lısenko’nun bilimsel görüşlerini reddeden Tarım Akademisi başkanı hapse atıldı
ve hapisteyken öldü. Nöropiskoloji, hücre biyolojisi gibi alanlarda birçok
biyolojik çalışma yasaklandı veya oldukça olumsuz etkilendi bu dönemde. Bugün
bilimsel literatürde, sosyo-politik amaçlarla bilimsel çalışmaların manipüle
edilmesi veya doğrudan engellenmesi çabalarına ‘lısenkoizm’ de
denmesinin nedeni budur.
Faşist rejimde, ülkenin biricik lideri (veya bazı örneklerde
partisi), herşeyin en doğrusunu, en iyisini zaten bilecek güce sahip olduğu için,
entelektüel itirazlar, bağımsız akademik araştırmalar birer fitnecilik, dış
mihrakların bir oyunu veya en iyimser yaklaşımla 'gereksizlik' görülür.
‘Reductio ad absurdum (abes olana irca)’ diye anılan mantık yöntemiyle, resmi
görüşten en basit farklılıkların bile ‘gayri-millilik’, ‘vatan hainliği’,
‘yerlilik’ gibi sınırları son derece belirsiz iddialarla kolayca sözde
çürütüldüğü hastalıklı bir kültür hakim olur. Totaliter rejimlerde en akla
gelmeyecek şeylerin, örneğin matematiğin, fiziğin, biyolojinin bile bir
‘milli’sinin olmasının nedeni budur. Totaliter rejimleri son tahlilde birer 'milli
kifayetsizlik' yapan da budur...
Militarist bir nasyonalist olan Lenard, bugün artık Nobel
ödülünün, bir kişide bilgelik ve hümanizmin varlığının garantisi olmayacağının
en seçkin örneği olarak anılıyor. Dahası, Nobel ödülünün, bazen de
kifayetsizliği tetikleyebileceğinin de... Tarihe berbat bir karikatür olarak
geçti. O gün devlet gücüyle atan, tutan, asan, kesen herkes bugün Almanlar için
bile birer utanç abidesi. Kimse isimlerini bile hatırlamak istemiyor.
Pasifist bir enternasyonalist olan Einstein ise teorilerinin
doğruluğunun deneysel fizik alanında da tespit edilmesiyle 100 yıl sonra bile
dünyanın en büyük film yıldızlarından bile daha büyük bir şöhretin sahibi. Bazı
teorilerine itiraz eden bilim insanları da dahil, saygınlığında bütün kürenin
ittifak ettiği nadir isimlerden biri. Teorileri, insanlığın evreni anlama
çabasında hala en ufuk açıcı ve işlevsel bilgiler arasında...
Faşizan 'millilik', 'yerlilik' iddiaları, ister bilimde, ister
sanatta, ister politikada olsun, kifayetsiz muhterislerin son
sığınağıdır.