Tuesday, May 1, 2018

Manevi Anlamda Canlı Kalmanın Yolları



“Her şey, ilk ortaya atıldığında, yeni ve ter ü taze olması itibariyle insan ruhunda bir heyecan meydana getirir. Fakat bu heyecan, daha ziyade hislerden kaynaklanmaktadır. Böylesi yeni şeyler, insanın his dünyasına gelip çarpar ve onda yeni bir canlılık meydana getirir. Daha sonra bu meselenin daha akıllıca, daha sistematik ve daha makul esaslara dayandırılması gerekir ki uzun ömürlü olsun.”

**
“Evet, ülfet, insana zamanla çok şey kaybettirir. İbn Mesud’un (radıyallâhu anh) daha o devirde şöyle dediğini nakletmiştik: “Allah, İslamiyeti gönderdi. Az bir zaman geçmişti ki Hadîd sûresindeki şu âyet tüylerimizi ürpertir mahiyette nâzil oldu: ‘İman edenlerin kalblerinin Cenâb-ı Hakk’ı ve O’nun tarafından inen hakikatleri hatırlayarak yumuşayıp saygı ile dirilme vakti gelmedi mi? Sakın onlar daha önce kitap verilen ümmetler gibi olmasınlar. Zira kitabı tanımalarının üzerinden kendilerince uzun zaman geçmesi sebebiyle, onlarda ülfet meydana gelmişti.’

Bu âyet bir anlamda şu mânâya geliyordu: Sizden önce kendilerine kitap verdiğimiz Yahudi ve Hıristiyanlar gibi olmayın. Onlar, kitapları nazil olup da aradan bir süre geçtikten sonra, din ve dine ait meselelere karşı ülfet duymaya başladılar. Derken kalbleri kasvet bağladı ve Allah’tan (celle celâluhu) gelen tecellîlerden artık etkilenmez hâle gelip âdeta taş kesildiler. Sakın siz de onlar gibi olmayın!”

**
“Yıllar var, insanımız maalesef bunlardan hep uzak kaldı. Her Ramazan Kur’an okunur ama kimse Kur’an’daki bu hakikatlere bakmayı bir türlü düşünmez. Mü’minler kendilerini yenileyip, yeniden Kur’an’a eğilmelidirler. Böylece, Kur’an’ın solukları içinde hem kendi mahiyetlerinde (enfüsî) hem de kâinatta (âfâkî) Allah’ın kudret ve iradesiyle yazdığı şeyleri tetkik edip derin bir tefekkürle kendilerine bir yenilik kazandırabilirler. Bunun sonucunda ise hizmet adına heyecan ve şevkleri tazelenir ve sönüklükten, ölgünlükten kurtulurlar.

Peki, bunu nasıl yapacağız? Bunu yapmak için elimizdeki kitaplara müracaat edeceğiz. O kitapların bize kazandıracağı bakış açısıyla kâinata ve kendimize yeniden bakacağız. Rabbimizin kudret elinin her şeyde işlediğini görecek, mânen sanki o eli öpüyor gibi olacak, yeniden hayat kazanacak ve canlanacağız. Bu da canlılığımızı koruma adına ayrı bir husustur.

Üçüncü bir husus ise şudur: Cenâb-ı Hak, hizmetin zevkini, lezzetini ve şevkini hizmetin içine koymuştur. Hizmet eden kimseler hep zevk ve şevk içinde olurlar. Bir gün tembellik gösterip hizmetten uzaklaşan bir kimse, kendi adına bir kısır döngünün teşekkülüne sebebiyet vermiş olur. Yani bir gün ara verse şevki söner. Şevkinin sönmesiyle ikinci gün de ara verir. Bu iki gün onda dört günlük mesafe meydana getirir ve böylece o –eğer Allah’ın inayetiyle bu fasit zinciri kırmazsa– baş aşağı gitme yoluna girmiş olur.

**
Bu kudsî daire içinde hiçkimse vazifesiz, boş ve âtıl bırakılmamalıdır. İnsan öyle mübarek bir ağaçtır ki, meyve vermediği zaman hemen kurur. Ağaçlar kuru olmadığı zaman meyve verir. İnsan, başkalarına ruhunun ilhamlarını götürmediği, insanları irşad etme heyecanını kaybettiği zaman kurur. Binaenaleyh insanın bu yönünü canlı tutma mecburiyetindeyiz. Mesela, yeni gelmiş bir arkadaşı, mahir birinin yanında görevlendirip hemen bir vazifeye göndermek gerekir. Halktan bir arkadaşımızın evini açıp orayı bir sohbet müessesesi hâline getirmek lâzımdır ki arkadaşlarımız solmasınlar.

Diğer bir tabirle ifade edecek olursak: İnsan bir ağaçtır. Aşılandığı zaman makbul bir şekil ve keyfiyet alır. O, her baharda budanır, sık sık ızdıraplara maruz kalıp cenderelerden geçer ve başının üzerinde değirmen taşları dönüyor gibi yaşarsa nasıl ciddi bir davanın içinde bulunduğunu anlar. Hele Kur’an’ı da takip edebiliyorsa, adım adım Nebiler Nebisi’nin (sallallâhu aleyhi ve sellem) yolunda olduğunu hatırlar ve asla ülfet ve ünsiyetin öldürücü kucağına düşüp erimez.

Son bir hususu daha arz edip sözlerimi noktalayayım. Her mü’minin işin içinde olması, kendi canlılığı adına bir şart, bir rükün olduğu gibi, mümkünse kendi evini de bu işte istihdam etmelidir. O evde dertler paylaşılmalı, kitaplar okunmalı, tefekkür edilmeli ve bu şekilde ev sakinlerine sürekli bir yenilik kazandırılmalıdır.”