Oyunu kaleme aldığı günlerde üzerinde çalıştığı makale de doğrudan bu konuyla ilgilidir: “ Yeni yılda yeni makale – ya da ilk makalem (...) Türk aydını ülkesine yabancılaşmıştır. (...) İnsanımız bütün boyutlarıyla kendisine sahip çıkacak aydınları bekliyor. (...) Kötü yöneticiler, aydınlar halkla ilişki kurmasını becerebildiği halde, biz halkı sevmediğimiz için kendimizi ülkemizde istenmeyen bir misafir gibi hissediyoruz. Bu yüzden onu tanımak, onun derinliğini, ruhunu hissetmek istemiyoruz. (...) Bazımız Batıdan korkuyoruz, bazımız Doğudan ve en çok da halktan korkuyoruz. ” (G.134) “ Oyunlarla Yaşayanlar ” tümüyle bu düşüncelerin ışığında yazılmıştır. Gerçi oyundaki yoğun ironi kullanımının ve oyun-içinde-oyun tekniğinin etkisiyle, metnin eksenini oluşturan bu düşünceler, bir yabancılaştırma sisinin ardından okura ulaşıyor, çoğu yerde de ‘oyun mu yoksa gerçek mi’ ya da ‘ alay mı yoksa ciddi mi’ olduğu kuşkularını beraberinde getiriyordur.
Atay’ın bu yeni aydını, halktan uzaklaşmasının suçunu kendinde bulmaktadır: “ Halkın anlamadığı bir dille konuşuyorsun, kendine yeni kelimeler buldun. Okuma-yazmayı bilmeyenler ülkesini yazılarla doldurdun. Şimdi hayat sellerinin ortasında kendi ıssızlığının çölünde yaşıyorsun. Kendi kendine oynadığın oyunlarla avunmaya çalışıyorsun. ” (OY.85) Atay’ın aydına yönelttiği en büyük suçlamalardan biri de, onun Batı değerlerini sorgulamaksızın tek doğru olarak benimsemesidir. 1975 yılında Kemal Tahir’in ölüm yıldönümünde yaptığı konuşma tümüyle bu konuya odaklanmıştır: “ Birçok Doğulu aydın gibi Türk aydını da kendini anlayabilmek için Batıdan yola çıkmıştır, kendini ve toplumunu Batıdaki örneklere benzetmeye çalışarak açıklama çabasına girişmiştir, ” diyordur, “ Kemal Tahir ve Doğu-Batı Sorunu ” başlığıyla yayımlanan bu konuşmasında: “ Batıya özenen Türk aydınının kalıpları aldığı gibi uygulama kolaylığına kaçması onu bir çeşit ruh ve düşünce tembelliğine sürüklemiştir. Doğuya getirmeyi özlediği dinamizmi bu yüzden gerçekleştirememiş ve bir türlü Batının gerçek değerini sezememiş, sonunda bitmek tükenmek bilmeyen anlamsız tartışmaların içinde yaratıcı yeteneklerini yitirip gitmiştir. ” Kurmaca düzlemde ise bu düşünceleri Yunan tragedyası atmosferi içinde, oyunun aydın kişisi Coşkun Ermiş’in ağzından şöyle dile getiriyordur Atay: “ Ey talih! Neden ecnebi malumatın kölesi yaptın beni? Neden halkımdan uzaklaştırdın? Lanet olsun sana kör talih! ” (OY.83)
Aynı tarihlerde yazdığı makalelerin ve günlük notlarındaki düşüncelerin kimilerinin kurmaca düzlemdeki karşılığını “ Oyunlarla Yaşayanlar ”ın satırları arasında bulmak mümkündür: Günlüğünde, “ [h]alkın içinden gelen aydınlar bile hemen burjuvalaşıyor (...) halkının şivesini taklit ederek halkını burjuvaya turistik bir eşya gibi satmaya kalkıyor, ” diyen Atay, oyununun kurmaca düzleminde, “ [o]nun ağzından konuşarak, halkın yazdıklarını taklit ederek facialar yazmadım mı? ” (OY.83) dedirtiyordur oyun kişisine. “Böylece şehirli aydın gibi, köyden gelen aydın da köklerinden kopuyor, bir salon serserisi, bir meyhane gezgini oluyor, ” dediği günlük notunun kurmaca yankısında ise Coşkun ve tiyatrocu arkadaşlarına meyhanede sosyal içerikli konuşmalar yaptırır, “ [h]alkım için meyhanelerde bunca gözyaşını kim döktü? ” (OY.83) dedirtir Atay.
Aydının halkla ilişkisindeki yapay/içtenliksiz tutumun uç noktasında ise oyun metninin içine serpiştirilmiş nutuk parodileri bulunur. Bunlar, kullanıla kullanıla aşınmış, başlangıçta taşıdıkları içerikten soyutlanmış, zamanla hamasi tören nutuklarının malzemesine dönüşüp kitschleşmiş kimi marş dizeleri, söylev kesitleridir. Kimi yerde “ Dağ başını duman almış ” marşının bir dizesini anımsatan “ güneş daha doğmadan” (OY.14) çarpar kulağımıza; kimi yerde “ Törenlerde konuşan içimdeki yabancı, ” diye başlayan ve “ Hangi deli kendisine zincir vurur şaşarım, ” (OY.49) diye biten “ İstiklâl Marşı ” esintili bir şiir duyarız. Aşağıdaki nutuk parodisi, içerdiği güçlü ironi ve aydın eleştirisiyle Atay’ın oyun metnindeki doruklardan biridir: “ Ey zavallı milletim dinle! (Durur.) Şu anda hepimiz burada seni kurtarmak için toplanmış bulunuyoruz. Çünkü ey milletim, senin hakkında az gelişmiştir, geri kalmıştır gibi söylentiler dolaşıyor. Ey sevgili milletim! Neden böyle yapıyorsun? Neden az gelişiyorsun? Niçin bizden geri kalıyorsun? Bizler bu kadar çok gelişirken geri kaldığın için hiç utanmıyor musun? Hiç düşünmüyor musun ki, sen neden geri kalıyorsun diye durmadan düşünmek yüzünden, biz de istediğimiz kadar ilerleyemiyoruz. Bu milletin hali ne olacak diye hayatı kendimize zehir ediyoruz. ” (OY.50)
**
Türkiyeli aydının kendini sürekli bir ‘Mesih’ gibi sanmasıyla için için eğlenir yazar. ‘VE ONU KURTARMAK İÇİN SİZ GÖNDERİLDİNİZ.’ Herkesin kurtarıcı kesildiği bir ortamda, gerçek kurtarıcı gücü küçümsemesinin sıkıntısı değil midir ikiyüz yıldır çektiğimiz büyük sıkıntı, ”8 diyordur Murathan Mungan. Metinde Osmanlı paşasının cahil nefere yaklaşımı; halkı küçümseyen, onunla iletişiminde anlaşılmaz bir dil kullanan, Tanzimat’tan bu yana adım adım halktan uzaklaşmış Türk aydınının, Atay’ın kara mizahı ile bütünleşmiş bir yansımasıdır: “ Ey nefer-i bîhaber! Muharebe-yi âzamın bu şedit lâhzasında bu denlû gaflet ve dalâlet ve hatta hiyanet içinde ne halt ediyorsun? (...) Düşman topçusunu gozluyom paşam. (...) Bu cahil nefer paşanın sözlerini nasıl anladı? (...) Fakire yalnız son iki kelimesi yetti. Okumuş yazmış takımı genellikle halkın anlayacağı birkaç söz ederler nutuklarının sonunda (...) Halkla aramızda ‘diyalog’ kurulsun diye. ” (OY.56)
“Oyunlarla Yaşayanlar ”ı kaleme aldığı günlerde günlüğüne şöyle yazıyordur Atay: “ [H]alka örnek olabilmek için aydının kendisiyle hesaplaşma vakti gelmiştir. ” (G.142) Oyun metninde de, halkına yabancılaşmış aydının kendisiyle hesaplaşmasını, yaptıklarından pişmanlık duyup ‘ doğru yola girişini ’ kurmaca düzleme taşır Atay: “ [M]illetime hesap vermek istiyorum, kendimle hesaplaşmak istiyorum. Yazmaya çalıştığım yarım yamalak oyunlarda değil, gerçekten hesaplaşmak istiyorum kendimle, ” (OY.51) diyordur Atay’ın oyun kişisi: “ Aşktan da üstün şeyler var artık benim için. Milletim için çalışacağım artık. (...) Ona gerçek oyunlar yazacağım artık. ” (OY.70) “ [Eskiden] şu zavallı milletime yabancı gelen oyunlarla uğraşıyordum, ” (OY.55) demektedir; bundan böyle halka dönük, yerli oyunlarla uğraşacaktır. Atay’ın oyun kişisi, gençlik yıllarının toplumsal hizmet görevlisi Oğuz Atay’ını anımsatan bir dille konuşmaktadır. Yeşermekte olan bu yeni bilinci, yaşamındaki en büyük kazanım olarak gördüğünü söyletiyordur metninin ana kişisi Coşkun’a ölümünden önce: “ [B]azı şeylerin, mesela zavallı milletimin farkına varmaya başlıyordum. ” (OY.103)
Atay’ın aynı dönemde kaleme alınmış olan günlük sayfaları, onun, metin kişisi Coşkun’la duygu ve düşünce birliği içinde olduğunu gösterir: “ Türk milleti – ya da halkı evrenseldir. Osmanlı İmparatorluğunun anlamı bundadır. (...) Biz geri kalmış bir ülke değiliz, fakir düşmüş bir soyluya benzetilebiliriz ancak. ” (G.132) Oyun kişisi Coşkun da “ [b]en gerçek dediğiniz şeyi buldum (...) Bizim gerçeğimizi,” diyordur: “ Biz büyük bir milletiz. ” (OY.47) Aynı zamanda da “ her şeye çocuk gibi sevinir, çocuk gibi üzülürüz (...) Demek istiyorum ki dünyada bizden başka hiçbir millet (...) bu heyecanı anlayamaz. ” (OY.48) Günlük notları, Coşkun’un oyun metninde yeni ayırdına vardığı bu düşüncenin açımlamaları ile doludur: “ Amerikalı, Avrupalı kendi dışındaki kültürleri sadece inceler; bizim samimiyetimiz ve sıcaklığımızla benimsemez. (...) Batılı değerlendirir, biz severiz. ” (G.132) Bu metninde kullanacağı temalarla ilgili olarak günlüğüne aldığı notlar arasında bulunan “ çocuklar ülkesi ” (G.126) tanımı, Atay’ın bu konuya oyununda iyi bir yer vermeyi düşündüğünü gösterir. Ana kişisinin karşıtlıklar üzerine kurulu ‘ Coşkun Ermiş’ ismini oluştururken de, Türk insanının, bir yandan “ soylu ” bir geçmişten gelen, gerçeğin farkında olan (“ Ben oldum artık. ”) (OY.47) öte yandan “ çocuk kalmış ”/saf ‘ coşku ’lar yaşayan bu karma yapısını göz önünde bulundurduğu düşünülebilir. Atay’ın bu yeni kurmaca kişisinin ulusal düzlemdeki özgüveni, “ Tutunamayanlar ” ve “ Tehlikeli Oyunlar ”ın roman kişilerine oranla çok daha güçlüdür. Metinde sürekli yanıp sönen ironi ışıltılarının arasında, ara sıra hamasetle sarmallanmış şoven bir renk göze çarpıyor olsa da, ironi bu rengin fazla gözalmasını engeller.