Friday, November 19, 2021

Ölüm de bir rüya değil mi?


Yaşam korkusuyla ölüm korkusunun birbirine sarmallandığı metinler yazan, kitaplarından birinin adını da “ Korkuyu Beklerken ” koyan Oğuz Atay’ın, ölümle burun buruna geldi ğinde gösterdiği soğukkanlılık ise şaşırtıcıdır. “Ölmek üzere olan bir insan korkmamalı. Ölmek nedir? Yaşayabileceğini hayal ettiği olayların bitmesidir ya da insanın öyle sanmasıdır, ” (TO.400) diyen “ Tehlikeli Oyunlar ”ın roman kişisi gibi düşünüyordur belki o da. İstanbul’daki son döneminde görüştüğü kişilerden biri olan Erdoğan Şuhubi onun bu tutumundan etkilenmiştir: “ Ölümünü çok soğukkanlı bir biçimde kabullenmişti, davranışlarında panik havası yoktu, ölümü hakkında sıradan bir olaydan söz edermişçesine konuşuyordu. Ömrünün çok sınırlı olduğunu, birçok şeyi ona göre düzenlemek zorunda kaldığını soğukkanlı bir biçimde anlatıyordu. Hatta, acaba Oğuz’un yerinde ben olsaydım böyle davranabilir miydim, diye kendime sorduğum olmuştur. Bir bilim adamı rasyonel bakar yaşama diye düşünüyor insan, ama bu her zaman böyle olmuyor. Dünyanın en büyük matematikçilerinden bilgisayarın babası John von Neumann 54 yaşında kanserden ölmeden önce ölüm korkusundan delirmişti. Mustafa İnan da kendisine konulan lösemi tanısını bilmesine rağmen, bunu kabul etmeden öldü. ”

“Oğuz öleceğini bilmeden önce ölümden daha çok korkuyordu. Öleceğini öğrendiğinde o korkuyu aşmıştı, ” diyordur Halit Refiğ: “ Bakışında korku yoktu. ” Son döneminde onunla birlikte olan insanlar, yakınına gelen ölümün onun üzerinde farklı bir etki yarattığını söylüyorlardır. Sanki, çok ciddiye aldığı yaşamdan, onu çevreleyen mayın tarlasından, akan zamanın gebe olduğu belirsizliklerden, bunlardan biri olan ölümle karşılaşma olasılığından ve tüm bunların normal dışı bir duyarlıkla algılanan basıncından kurtulmuş olmanın yarattığı bir rahatlamadır bu; ölümünden iki buçuk yıl önce, “ Oyunlarla Yaşayanlar ”ın Coşkun Ermiş’ine söylettiği yaşam yorgunu özlemle şaşırtıcı bir benzeşim içindedir: “ Ben de ölümcül bir hastalığa tutulsam dedim, bu hastalığa tutulduğumu bilsem dedim, bu ölümcül hastalık yüzünden her şey birden önemini kaybetse dedim, korkularımdan bile kurtulsam dedim... ve artık her şey bana vız gelse dedim. ” (OY.92-93) “ Mantık denen bir zehir aşılamışlar. (...) Canın cehenneme diyemiyorsunuz. Hürriyet, gerçek hürriyet kalkıyor ortadan, ” (T.609) diyordur “ Tutunamayanlar ”ın Selim’i de: “ Belki de yalnız ölüme giderken hür olabilir insan. Ancak ölüm-kalım anında hürriyetin gerçek anlamını kavrayabilir. ” (T.609)

Oğuz Atay’ın metinlerinde yaşama tutunamamanın uç noktasında ölüm vardır. Çağdaş psikoloji, yaşamda sorunlarını çözemeyen bireyin ölüme eğilim duyduğunu söyler. Ölüme eğilim, bir yönüyle aşkın bir varoluş özlemini içinde barındırabileceği gibi, bir yönüyle de nihilist bir kaçış, bir yokoluş özleminin göstergesi olabilir. Atay’ın metinlerinde ölüm, her ne kadar bilinmezlik sisinin içindeki duruşuyla, onun kurmaca dünyasının önemli motifi ‘ korku ’nun bir parçasıysa da hiçbir zaman nihilist bir yokoluş özlemi içermez. “Tehlikeli Oyunlar ”da Hikmet’e söylettiği aşağıdaki tümce, işlevi ve anlamı olan bir ölümü anlatır: “ Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. ” (TO.386) “ Tutunamayanlar ”daki “ [k]ucaklamak isterdim ölümü ve sonsuzu, ” (T.133) tümcesinde ise ölüm sonsuzlukla eşdeğerlidir. Çocukluktan yeniyetmeliğe geçerken dinsel düzlemde bir inanç arayışına giren ama aradığını bulamayan, yaşam yolu üzerinde saptığı yollardaki engellerle uğraşırken bu konuyu geri plana iten Atay’ın yazarlıkla bütünleşen yılları, onun Mevlana’dan İncil’e ve İsa’ya, oradan Zen Budizm’e uzanan mistik bir yelpazede arayış içinde olduğunu gösteriyor. “[Ö]lüm de bir rüya değil mi, ” (T.471) diyordur “ Tutunamayanlar ”da Selim, ölüm sonrası ile ilgili aşkın düşüncelere çağrı çıkaran bir tonlamayla. Günlüğünde “ Tehlikeli Oyunlar” ın Hikmet’inin ölümünü kurgularken ise “ [g]erçek yaşantı bitecek, oyun devam edecek, ” (G.48) demektedir.

Yakın arkadaşlarından kimileri onda, hastalık öncesi döneminin yaşam savaşımı içindeki Oğuz Atay’ından farklı bir kimliğin su yüzüne çıktığını söylüyorlardır. “Daha dingindi ruhen, sanki sükûnet bulmuştu, bir tür bilgelikti sanki, ” demektedir Halit Refiğ. Özen ve Uğur Ünel ise, öfke, kızgınlık, isyan gibi duygulardan arınmış, hiçbir konuda yakınmayan, yaşamı da ölümü de olduğu gibi kabul eden, çevresine sevgi ve ilgiyle yaklaşan bir Oğuz Atay’dan söz ediyordur. Londra’dan dönüşünde, mutlu bir Avrupa gezisinden gelen biri gibi herkese ayrıntılı armağanlar getirmiştir. Özen Ünel’in, hastalık öncesi dönemde bir sohbet sırasında sözünü ettiği, Türkiye’de olmayan bir mobilya cilasını bile unutmamıştır. Arkadaşları onun ölüm karşısındaki ana tutumunu ‘ dervişane ’ diye adlandırıyorlardır. O dönemde yirmili yaşlarında olan Pakize Barışta ise, “ daha gerçekçi bir yaklaşımla, ‘üzgündü’ sadece, ama sakindi, ” demektedir. Kuşkusuz her ölüm yolculuğu gibi hüzün dolu, buruk bir dönemdir bu; ama bir o kadar da dingin, mütevekkil ve filozofçadır. “Hayat oyunlarını gereğinden fazla ciddiye alan ” (OY.104) oyun kişisi Coşkun Ermiş gibi o da “ ölümü de aynı ciddiyetle karşılıyor[dur] ” (OY.104). Belki de “ Tutunamayanlar ”ın Turgut Özben’inin dediği gibi “ ölümü bilerek yaşamak ” (T.314) gerekiyordur: “ Yaşamanın anlamını bilmek için, ölümün anlamı (...) karanlıkta kalma[malıdır]. ” (T.314) “ Ölmeden ölmek zormuş: öyle söylüyor şair. O kadar zor değil, ” (T.609) diyordur “ Tutunamayanlar ”ın Selim Işık’ı da. Belki de yalnızca “ [ö]lümü beklemek[tir] zor ” (T.609) olan.