Hermann Hesse’nin Magister Ludi’siydi, Türkçeye Boncuk Oyunu diye çevrilmiş. İnsanı sarsan bir kitaptır. Şiir hakkındadır. Ama manzum edebiyattan söz etmez; şiirin en yüksek örnekleri olarak Budist düşünce disiplinini, 18. yüzyıl Avrupa müziğini ve matematiği anar. Sanırım bunlar Hesse’nin kişisel tutkuları olduğu için ön plana çıkmıştır. Yoksa bana sorarsanız eşsiz güzellikte bir köy inşa etmeye çalışmak da şiirdir, sözlük yazmak da şiirdir, dağa kaya mezarı oymak da şiirdir, hakikat aşkından başka hiçbir amaç gütmeksizin bin yıl önce yaşamış filozofların metinlerini şerh etmek de şiirdir. Güzelliği ve kusursuzluğu aramaktan ve o arayışı hayatın biricik amacı mertebesine yükseltmekten söz ediyoruz.
Hesse için o uğraş bir oyundur – göz alıcı bir kristal boncuk oyunu. Bunu aşkın (transcendent) bir temele, mesela toplumsal bir faydaya, bir halas umuduna, tanrısal bir emre ya da ahlaki imperatife dayandırmanın onu ucuzlatmak olduğunu bilir. Kendi kendinin amacı olan şey, tanımı icabı oyundur. Hafif ve kırılgan bir şeydir. Romanın anlattığı dünyada, tüm yaşamını boncuk oyununa adamış seçkin bir zümre, sonsuz emek ve disiplinle, oyunu kusursuzlaştırmaya çalışır. Yirminci yüzyılın felaketlerine yol açan amaç ve anlam kaybının ancak bu yolla aşılacağı kanısındadır Hesse. Roman 1943’te yazılmıştır, yani 20. yy karanlığının en koyu anında.
Tabii Hesse kolay tutulacak bir balık değil, Buddha düşüncesine vukufu da öyle basit bir düzeyde değil. Romanın kahramanı olan Knecht (“Yoldaş” mı desek?) oyunda en yüksek seviyeye ulaşıp Büyük Usta olduktan sonra, duyulmamış bir şey yapıp görevinden istifa eder. Romanın kilit pasajı Knecht’in istifa mektubudur. Bir bakıma boncuk oynunun nihai zirvesidir, Nirvana, yani Yokoluş anıdır. Nedenini nasılını anlatmaya kalksam ben şimdi beceremem. Siz en iyisi romanı okuyun.