“Yıllar boyunca kitapların masa bacağı yahut üst üste dizilip üstlerine bir örtü serilerek komodin işlevi gördüklerine tanık oldum; pek çok sözlük asıl amaçları için kullanıldığından daha çok, ütü ve düzleştirici olarak kullanılmıştır ve hiç de az değildir içlerinde mektuplar, banknotlar ve sırlar saklayan, raflara gizlenmiş kitapların sayısı, insanlar kitapların kaderlerini de değiştirir.
Bir vazo, bir kahve makinesi yahut bir televizyon bir kitaptan çok daha önce eskir yahut kırılıp bozulur. Bir kitap, sahibi onu parçalamak, sayfalarını yırtmak, ateşe atmak istemediği sürece işlevini yitirmez. Arjantin’deki son askerî diktatörlük döneminde pek çok insan kitaplarını tuvaletlerde, banyolarda yaktı veya bahçelere gömdü. Adları kötüye çıkan ciltler, tehlike oluşturmaya başlamıştı. Kitaplar ve kendi hayatları arasında bir seçim yapmak zorunda kalan Arjantinliler kitaplarının cellatları olmayı seçtiler.
Uzun uzun çalışılan, tartışılan kitaplar, insanların içinde tutkular uyandıran, vazgeçilemez vaatler sunan ve eski dostlarından ayrı kalan kitaplar, havaya saçılan küller halinde göğe yükselmişti.
Ben buna cüret edemedim. Ani ve didik didik bir arama sonucunda bulunacaklarının farkında olduğum halde dergileri büküp büküp duş perdesi borusunun içine soktum, en çok korkulan kitapları dolapların, kitaplığın diplerine sakladım. Kitaplar bir yığın insanı suçlu durumuna düşürmüş, onların hayatlarını mahvetmişti.”