Friday, December 22, 2017

Zamanın Değişmesiyle Ahkâm Değişir


“Mecelleye giren kaideyle; zamanın değişmesiyle ahkâm değişir. Bir meselenin bu yanı var. Yani değişecek şey var… Os­manlı hukuk sisteminde bu örf, adet, anane hakkında nass bulunmayan hususlarda hatta Efendimiz’den, sahabeden birşey rivayet edilmeyen hususlarda çoğunluk teşkil eder kararnameler vardır… O dönemdeki Şeyhülİslâmlar, büyük İslâm âlimleri tarafından ortaya konmuştur. Bunların içinde temel kaynaklardan neşet etmeyen şeylerin münakaşası yapılabilir.

Evet, ama diğeri öyle örf değildir, anane değildir ve İslâm bunları görmüşse biz başka bir milletten taşımışız sükût etmişizdir. Bunlar her zaman değişebilir. Bu cümleden olarak meselâ kılık-kıyafet. İlle de devr-i risalet penahideki gibi olması gerekmez. O toplumun gelenekleri öyleydi. Düğmesiz cübbeler giyiyorlardı. Göğüsleri açıktı. Bugün bizim giydiğimiz urbalar gibi urbalar yoktu. Bizim giydiğimiz pardisöler, sakolar gibi şeyler yoktu. İsteyen onları taklit edebilir. Bir mahzuru yok. Belki halis niyetiyle mükâfat da alabilir. Fakat bunlar da Müslümanlıktır diye bunları Müslümanlığın içine sokarsınız işi zorlaştırmış, tenfir etmiş olursunuz.

“Bunlara dinin füruatı bile denmez. Usul, temel meseleler şöyle dursun onlara teferru eden detaylar bile denemez zannediyorum onlar hakkında çok abartılı bir hüküm vermiş olursunuz. Bunlar adetlerdir, örflerdir. Hatta denebilir ki bazılarına göre, baştaki sarık bile öyledir. Meselâ sarık Müslümanlar arasında Efendimiz de sarık sarardı, asr-ı saadette de sarılırdı. Çok yaygın olmasına rağmen sarığın, Buhari, Müslim, Tirmizi gibi kitaplarda sarıkla alâkalı birşey yok. Ebu Davud’un Sünen’inde sarıkla alâkalı olan şey Mekke fethinde Efendimiz içeriye girerken Mihver’inin üzerinde sarık vardı. Maslahatı bilemeyiz bunun.

Belki bizim motosiklet binerken başlarımıza taktığımız kasklar gibi bir şeydir, o mülâhazayla yapılmıştır. Ve bazıları öyle olduğunu da söylüyor. Şimdi ille de müslüman olabilmek için bunlar lâzımdır derseniz meseleyi zorlaştırmış olursunuz. Te­fer­ruatı usulün önüne çıkarmış olursunuz. Kaldı ki Kur’an-ı Ke­rim’de Hacc Suresi’ndeki bir âyette buyuruluyor ki, ‘şeaire tazim kalbin takvasındandır.’ Yani Allah’ın büyüklüğü gördüğü şeyleri büyük görmek, kabullenmek, Allah’ın küçük gördüğü, zik­ret­mediği, zikrederken çok önem vermediği şeyleri de kendi çer­çeveleri içinde bırakmak lâzım. Yoksa sahib-i şeriat tarafından çok önemsenmemiş, öne çıkarılmamış meseleyi farzların önüne, imanın önüne çıkarırsanız hatta bu arada devleti meselâ inanmanın önüne çıkarırsanız, devleti ibadet-ü taatın önüne; namaz kılmanın, oruç tutmanın, zekât vermenin, hacca gitmenin, insanca davranmanın, insanları sevmenin, insanlara kucak açmanın önüne çıkarırsanız Allah’ın vazettiği dengeleri bozmuş olursunuz.

Ekolojik dengenin bozulması nasıl bir handikaptır, aynı zamanda insanlar arasında onların hayatlarını tanzimde dinin dengesinin bozulması da böyle bir handikaptır. Bu açıdan füruat, detay diyebileceğimiz meseleleri öne çıkarmak dindeki dengeyi, ahengi bozmak demektir. Buna fırsat verilmemeli. Te­fer­ruat teferruat olarak kalmalı, usul usul olarak benimsenmeli.

Dinin usulü; ‘Lailahe illallah muhammedürresulullah’tır. Dine göre bunu diyeni Ebu Hanife Fıkh-ı Ekber içine sokmuştur. Bu insan cennete girebilir, bitti artık. Hatta bir yönüyle belki Ma­tu­ridi akidesine göre bir yaratıcıya inanma, Eşari akidesine göre peygamber gönderilmemişse, sesi duyurulmamışsa, iyi anlatılmaşsa bu mesele, Allah dilerse, murad buyurursa, bu mahrum insanları da cennete koyar gibi bir enginlikle sunulmuştur. İnsanları mahkûm eden, mahkum edici bir muhakeme şeklinde hü­küm­ler vermektense bence, Allah’ın rahmetinin enginliği açısından meselelere yaklaşmak daha isabetli bir yol olsa gerek İs­lâm’a göre…”


Dini politize etmek, din düşmanlığı kadar zararlı
Demokrasi Henüz Kemâle Ermiş Değildir