Tuesday, December 22, 2015

Sosyo-Kültürel Açıdan Diyaloğun Gerekliliğine Dair Bir Gözlem

Burhan Yanmış
İnsan, ayağını İslâmî prensiplere bağlılık içinde sağlam basıyorsa, yaniinsanın bir ayağı, Mevlâna’nın ifadesiyle, hep dinî zemine sağlam basıyorsa, bu diyaloglar faydalıdır. Aksine, insanın hayatı Sünnet yörüngeli değilse, bu takdirde kaymalar olabilir.
Diyalog; mânâ olarak, dinî, etnik, kültürel farklılıklar sebebiyle kompartımanlaşan dünyada, fertlerin yeniden birbirini tanıması, karşılıklı konuşması ve birbirini anlamaya çalışmasını ifade eder. Her fert ve toplum bu tanışmadan farklı neticeler bekleyebilir. Bazıları sadece kendileriyle ilgili olumsuz algıları önlemek, bazısı kendi değerlerini tanıtmak, bazıları da muhatap kitleyi tanımak ve onlar konusundaki şüphelerine cevap bulmak için diyalog köprüleri kurmaktadır.
Kültürlerarası veya dinlerarası diyalog olarak bilinen çalışmalar, hem İslâm dünyası hem de Batı’da takdir toplamakla beraber zaman zaman da eleştiri konusu yapılmaktadır. İslâm dünyasında ve Türkiye’de diyalog karşıtlarının eleştiri noktalarından biri, bu çalışmaların ilk olarak Papalık tarafından başlatıldığı, dolayısıyla bu faaliyetlerinde kendi dinlerini başkalarına yaymayı hedefledikleri iddiasıdır. İkinci olarak, diyalog toplantılarında tarafların senkretik (karma) yeni bir din oluşturdukları iddiasıdır. Bu iddia sahipleri zaman zaman, diyalog yapanların İslâm’ın nass ile sabit olan hususlarını çiğnediklerini söylemektedirler. Üçüncü eleştiri konusu, günümüzde iletişim vasıtalarının gelişimiyle beraber bir araya gelip toplantılar düzenlemenin gerekli olmadığı iddiasıdır. Buna göre, tv, internet, diğer yazılı eserler “hak dini” tanımak isteyenler veya şüphesi olanlar için yeterlidir ve bu kimselere ayrıca lisanen-hâlen tebliğ gereksizdir. Son olarak, diyaloğa karşı çıkanlar bu konuda bazı dinî deliller sunmaktadır. Belirtmek gerekir ki, diyalog taraftarları da benzer şekilde çok sayıda dinî delile sahiptir. Buradaki eleştirilerin hemen hemen aynıları hem İslâm dünyasında hem de Batı’da yapılmaktadır.
Bu makale diyalog konusunu ağırlıklı olarak sosyo-kültürel yönleriyle incelemeyi hedeflemesi hasebiyle diyaloğun dinî dayanaklarına temas etmeyecektir. Yukarıda sıralanan bir kısım eleştiri noktaları hem teorik bilgiler hem de alanda yapılan gözlemler çerçevesinde açıklanmaya çalışılacaktır. Diyaloğun niçin gerekli olduğu modern insan ve toplum bilimlerinin teorik ve pratik imkânlarından faydalanılarak incelenmiştir.
Günümüzde saygın bazı insan ve toplum bilimciler, artan iletişim ve ulaşım vasıtalarına rağmen, toplumların birbirlerinden daha da uzaklaştığını ileri sürmektedirler. Touraine, aynı kıyafetleri giyen, aynı fastfoot ürünlerini tüketen, aynı mekânı kullanan ve yan yana yaşayan çağımız insanının, birbirlerine şeklen benzemekle beraber farklılıklarını yaşattıklarını düşünmektedir.1 Herkesin teknolojiyi, mekânı ve zamanı kendine göre kullanması benzerliklerin altında derin farklılaşmaları beslemektedir. Modern toplumların yaşadığı travmayı en iyi resmeden düşünürlerden biri olan Sennett, modernleşen toplumlarda akrabalık, din kardeşliği, iş arkadaşlığı, mahalle dostlukları gibi birinci dereceden ilişkilerin yıkıldığını ve bunların yerlerini “yeni cemaatlerin” aldığını belirtmektedir.2 Sennett, bu modern cemaatleri, modernleşmenin tek tip ve aynı kültürü paylaşan “cemiyet” idealini yıktığı için “yıkıcı gemeinschaft (cemaat)” olarak tanımlarken benzer düşüncelere sahip sosyolog Bauman,3 bunlar için “postmodern kabileler” isimlendirmesini tercih etmektedir. Göle de, yakın tarihli bir değerlendirmesinde Avrupa’da yaşanan ekonomik ve politik krizlerin toplumda etnik-dinî kimliklerin çatışmasına zemin hazırladığını ortaya koymuştur.4 Bu durum kimi çalışmalarda “tanıyarak dışlama” şeklinde ifade edilmektedir. Aydınlanmanın bir ideali olan, geleneksel, kültürel ve dinî bağlarından koparılmış, aklın ve bilimin rehberliğinde hareket eden “makine adam”ın medeniyeti yeniden kimliklerin sınırlarının belirginleşmesine sahne olmaktadır. Bu kutuplaşmada ön yargı, geçmişten gelen husumetler, medyanın tavrı ve tarafların birbirlerinin hassasiyetlerini yeterince idrak edememesi önemli faktörlerdir.
Modern toplumlarda kendi kimliğini ve değerlerini tanıtmak için internet, tv ve kitap-dergi yayınları yeterli olmamaktadır. Çünkü geleneksel bağlarından kopan günümüz toplumları yeniden ürettikleri “kabileleri” içerisinde yaşamakta ve yan yana yaşadıkları “ötekileri” kolayca dışlayabilmektedir. Modern toplumun fertleri, sokakta, AVM’lerde birlikte yaşıyor, aynı kültürü paylaşıyor görülmekle beraber farklı değerler sisteminin takipçileridir. Bu durumda dinlerini ve kültürlerini başkalarına sunmak isteyenlerin muhatap kitleyle birebir münasebet kuracakları kanallara ihtiyaçları olacaktır. Diyalog karşıtlarının, “Kur’ân’da her şey yazıyor.” veya “Tv, internet, kitaplarda bütün soruların cevabı var.” şeklindeki tezleri günümüz modern dünyasında doğru anlaşılmaya ve toplum realiteleri göz önünde bulundurularak problemlere çözümler üretmeye muhtaçtır. Yine Kur'an'ın bütün zaman ve mekanların ihtiyaçlarını karşılayacak potansiyele sahip olması onu doğru anlayıp doğru yorumlayan insanların rehberliğine bağlıdır. Seküler ve popüler bir kültürün hükmettiği reklam, imaj ve simülasyonların zihniyetleri şekillendirdiği postmodern zamanda, dünya milletlerinin, tanıtmak istediğiniz değerlerinizi keşfetmeleri için bu araçlarla beraber sosyal teması da güçlendirmek gerekmektedir. Bunun için, herkes kendi dinî sınırları içerisinde kalarak ve muhatabının konumunu kabul ederek toplumun kendilerini ötekileştirmesine fırsat vermeden diyaloğa imkân aramak durumundadır.
Diyalog konusunda edille-i şer’iyye ekseninde çoğu zaman sonu gelmez tartışmalara girildiği görülmektedir. Elbette nassa uygun olmayan bir konu psiko-sosyal açılardan bir kısım faydalar ihtiva etse de haram kabul edilmelidir. Ancak diyalog konusunda hem Kur’ân’dan hem de Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatından diyaloğu destekleyici çokça örnek bulmak mümkündür. Mesela, Al-i İmran Suresi 64. ayette Cenabı Hakk şöyle buyurmaktadır. De ki: "Ey Ehl-i kitap! Bizimle sizin aramızda birleşeceğimiz, müşterek ve âdil şu sözde karar kılalım: "Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi şerik koşmayalım, kimimiz kimimizi Allah’tan başka rab edinmesin." Eğer bu dâveti reddederlerse: "Bizim, Allah’ın emirlerine itaat eden müminler olduğumuza şahid olun!" deyin. Allah Resûlü de (sallallahu aleyhi ve sellem) hicretle birlikte Medine'ye yerleştikten sonra orada bulunan değişik din ve kültürdeki insanlarla beraber yaşamak üzerine müşterek bir anlaşma metni oluşturmaları (Medine Sözleşmesi); Necran Hristiyanları ile yapmış olduğu temaslar; vefat ettiğinde zırhının borç karşılığında bir Yahudi'nin elinde rehin bulunduğunun anlaşılması bu husustaki örneklerden sadece bir kaçıdır.
Kanaatimizce bu noktadan sonra tartışmanın gündelik yaşamdan örneklerle izah edilmesi daha elzem olmaktadır. Bu açıdan geçen asırda fizik, kimya ve biyolojinin materyalizme sunduğu katkıyı bu asırda tarih, sosyoloji, psikoloji dine sunabilir. Meselâ, boşanma, kumar, fuhuş, iddia-bahis oynama gibi sosyal hâdiselerin neticeleri üzerine yapılacak çalışmaların verileriyle beraber ilgili konulardaki âyet ve hadîsler sekülerleşen toplumda meselenin vahametini ortaya koyma açısından daha tesirli olabilir. Bu bağlamda diyalog konusu da, farklı pencerelerden değerlendirilmelidir.
İnsan ve toplum bilimlerinde, gezi, gözlem ve mülâkatlar veri toplama araçlarındandır. Diyaloğun sosyo-kültürel boyutunu tespit etmek için bir yıl kadar ABD’de diyalog çalışmaları takip edilmiştir. Bu süre zarfında bir ayı Ramazan olmak üzere iki ay, İslâm-Hristiyanlık bağlamında uzun konuşmaların yapıldığı Amerikalı bir ailenin yanında kalınmıştır. Paul & Becker bu şekilde kurulan informel diyalog yollarının karşılıklı empatiyi güçlendirdiğini gözlemlemişlerdir.5 Hem bu aileyle yaşanılan tecrübe hem de iştirak edilen toplantılar üzerine yapılan değerlendirmelerde diyalogla alâkalı bazı noktalar şu şekilde açıklanabilir: Öncelikle, farklı mekân ve zamanlarda tertip edilen çok sayıda diyalog toplantısında, İslâm’ın açık emir-yasaklarını çiğneyen, diyalog programına has bir hâdiseyle karşılaşılmamıştır. Bu toplantılarda Müslüman Türk-Amerikalıların sunumlarında İslâm’ın bir hakikatinin eğilip-büküldüğü gözlenmemiştir. Diyalog taraftarları da sıklıkla diyaloğun “ötekinin” konumunu kabullenmeyi gerektirdiğini ifade etmektedirler. Dolayısıyla herkese açık olarak yapılan, çoğunlukla kendi diniyle ilgili oturmuş bir kanaate sahip olan kimselerin katıldığı bu toplantılarda yeni bir din oluşturulduğu iddiası hiçbir açıdan tutarlı görülmemektedir. İkinci olarak, Türkiye’de verilen imam-hatip ve İlahiyat eğitiminin Hristiyan ve Yahudilerin inanç-ibadet-sosyal meselelere yaklaşımlarını anlama noktasında çok zayıf olduğu gözlenmiştir. Genel olarak bu dinleri kendi penceremizden tanıdığımız görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle, onları oldukları gibi tanımak yerine bir parça “Müslümanlaştırarak” tanıyoruz. Ancak gerçekte bu din sahipleri için birçok konu muğlak görünmektedir (özellikle Protestanların, Allah, peygamber, melek, ahiret inançları). Aynı şekilde Amerikalı Hristiyan ve Yahudilerin çoğu zaman İslâm-Müslümanlar hakkındaki kanaatleri de şaşırtıcı derecede çarpık bilgilerle dolu. Evlerinde misafir olunan, Harvard mezunu avukat bir kilise gönüllüsü ve eşiyle yaşanılan iki çarpıcı örnek, sosyal temasın önemini kavrama mevzuunda çok etkili oldu. İlk örnek hâdise, Müslümanlar ve şiddet üzerine bir konuşmanın olduğu ortamda ev sahibi kadının: “Ben hayatımda hiç gerçek bir Müslüman görmedim” cümlesidir. Gönüllü olarak çalıştıkları Şapel’de çok sayıda başörtülü-açık Müslüman’la tanıştıklarını, iş yerlerinde İranlı bir Müslüman’ın olduğunu dahası benim 15 saat oruç tuttuğumu ve dindar bir Müslüman olduğumu bildiği hâlde bunu söylemiştir. Bu durum, muhatabımın yakinen tanıdığı onlarca Müslüman’ı “gerçek Müslüman” olarak görmediğini, haberlerde sıklıkla konu edilen Müslüman görünümlü terör gruplarını gerçek Müslüman kabul ettiğini akla getirmektedir. Yaşadığım şokla beraber “Ben gerçek bir Müslüman’ım.” cevabını verdim. İlahiyat okuduğumu, bunun ne mânâya geldiğini ve imam yetiştiren bu fakültelerin birinde çalıştığımı söylediğimde ev sahibesi, imam olup olmadığımı sordu. Sonraki günlerde de ailenin tanıdığı kimselerin, “Siz gerçekten imam mısınız?” tarzında sorularıyla karşılaşılmıştır. Belli ki bu kimseler için bir imam veya bu konumda birisiyle tanışmak şaşırtıcı olmuştu. Ailenin yanında geçen sürede bu ve benzeri konularda konuşma imkânı bulunmuştur. Fakat Müslümanlar konusundaki yayımların ve içtimâî bellekteki ön yargıların kuvvetli olduğunu tekrar belirtmek gerekir. Karşılaştıkları Müslümanların çoğu, dil öğrenmeye gelen göçmenler, iş yerlerindeki çalışanlar veya İslâmla kültürel bağları dışında bir münasebeti kalmayan kimseler olması, Şapel’de, diyalog için gerekli olan “eşit şartların” oluşmadığı kanaatini güçlendirmiştir. Aynı günlerde düzenlenen diyalog iftarlarının bu ailenin Müslümanları kendi mekânlarında tanıması ve diyalog iftarlarının neticelerini görmek için küçük bir fırsat olacağı düşünülmüş ve aile iftara davet edilmiştir. Yaşlı ev sahibiyle beraber gidilen yemekte, önce oruçla ilgili 15 dk kadar bilgi verildi ve soru-cevap faslı oldu. Ardından mühendis bir Müslüman ezanı okudu ve dua yaptı. Yemekler yenilirken ezanın-duanın mânâları konuşuldu ve tanışıldı. Doğrusu İslâm dininde önemli kabul edilen tanışma faslı Amerikalılarca çok iyi bir şekilde yapılmaktadır. İlk kez bir iftar yemeğine katılan misafirim: “Bu akşam çok şaşırdım. Buradaki Müslümanlar hep doktor, mühendis, öğretim üyesi ve iş adamı. Misafirleriniz de çok geniş yelpazeden oluşmuş. Bu toplulukla yemek yemekten onur duydum.” dedi. Benzer şeyleri evde de ailesine söylediği görüldü. Sonraki günlerde yapılan konuşmalarda ev sahiplerinin İslâm-şiddet, Müslümanların geri kalmışlığı bağlamında konuşurken çok daha dikkatli bir dil kullandığı gözlenmiştir. Özellikle Müslümanlar ve İslâm hakkında konuşurken bazı ayrımlar yapmaya başlamaları dikkat çekici olmuştur. Paul & Becker de, yaptıkları çalışmada İslâmofobi baskısı ve Batılı toplumların Müslümanları “damgalamaları” karşısında yüz yüze (face to face) etkileşimi öne çıkaran diyalog faaliyetlerinin içtimâî bütünleşme açısından başarılı olduğunu tespit etmişlerdir.
Çalışma yapılan eyalette yaklaşık 15 yıldır kültürlerarası diyalog faaliyetleri yürütülmektedir. Bu açıdan uzun süre görüşülen Amerikalıların Müslümanlar hakkındaki kanaatleri tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu kimselerin, toplantılarda yapılan karşılıklı konuşmalarda İslâm konusunda bilgilenmelerine karşın daha çok karşılıklı dostluklar üzerinden olumlu kanaatlerinin oluştuğu görülmüştür. Çevresinde samimi ilişki kurdukları Müslüman aileler olan Amerikalıların İslâm ve Müslümanlar hakkında yukarıda “tanıyarak dışlama” şeklinde tanımlanan durumu aştığı söylenebilir. Uzun yıllar Müslüman toplumla yakın münasebet içerisinde olan yaşlı bir Amerikalı aileye yapılan ziyarette, aileyle dostluklar kurmuş ve onları Türkiye’ye getirmiş bir akademisyenin fotoğrafını kendi çocuklarının yanına astıkları görülmüştür. Sosyo-kültürel açıdan bu aile üzerine yapılan değerlendirmelerde, yakın dostluğun, İslâm kültür ve medeniyetinin tarihî-güncel örneklerinin ziyaret edilmesinin ve diyalogdaki tarafların birbirine yakın eğitim-kültür seviyesinin önemli olduğu tespit edilmiştir. Farklı din mensupları arasında diyalog çalışmaları yapan İnterfaith Dialog Center’in direktörlüğünü yürüten Luteryan, bayan bir pastör de, bu etkinliklerle toplumda karşılıklı konuşma imkânı bulamayan grupların bir araya getirildiğini ancak yakın münasebetlerin gerçek kaynaşmayı sağladığını belirtmiştir. Pastör, dinî gruplar arasında yüzeysel ilişkilerde nezaket ve saygının hâkimmiş gibi görünmesine karşın tanımanın yeterli düzeyde olmadığı durumlarda alttan alta bir dışlamanın olduğunu vurgulamıştır. Bu açıdan, yukarıda görüşleri zikredilen sosyologların modern toplumlar için yaptıkları tespitlerin dinî gruplar için de geçerli olduğu anlaşılmaktadır. Her dinî grubun ve kilisenin kendi “kabilesini” kurduğu, popüler ve modern kültürlerin melezleştirdiği dinî ve etnik sınırların bu gruplar tarafından yeniden çizildiği bir toplumda diyalog toplantılarının bu sınırları aşındırma işlevi göze çarpmaktadır.
Kimlik, ötekileşme, dışlama üzerine yapılan araştırmalar modern toplumlarda “tanıyarak dışlamanın” arttığını ortaya koymaktadır. Buradaki tanıma daha çok yüzeysel bir karşılaşma ve iletişimi ifade etmektedir. Âyetin belirttiği, “Biz sizi tanışasınız diye farklı farklı milletlere, kabilelere ayırdık.” (Hucurat, 13) mânâsı bu tanışmada karşılığını bulmamaktadır. Dolayısıyla, kendi değerlerini muhatap kitleye tanıtmayı hedefleyenlerin sosyal teması ve gerçek iletişim kanallarını açmaya ihtiyaç vardır. Tv, internet ve diğer yazılı eserler lisanın bir yönüyken simülasyon ve simülarkların üretemediği “mânâyı” asrın insanına hâl ve tavırlarla göstermek önem arz etmektedir.
Netice olarak, yüz yüze yapılan diyalog faaliyetlerinin modern dünyada oluşan yeni etnik, dinî ve mezhebe dayalı ayrışmaları aşmada fayda sağladığı görülmüştür. “Söz’ün mânâ yüklü olduğu ve diyaloğu-cevaplamayı başlattığı bilinmektedir. Hem oryantalizmin İslâm hakkında oluşturduğu kaygı ve korkular hem 11 Eylül sonrası artan İslâmofobi hem de son yıllarda hızla görünürlük kazanan dinî görünümlü terör grupları bir taraftan dünyada diğer taraftan Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda eğitimli orta kuşakları İslâm’dan uzaklaştırmaktadır. Oluşan İslâmofobi ve damgalamalarla başa çıkmak için karşılıklı diyaloğun geliştirilmesinin önem arz ettiği aklı selim sahibi, İslâm'ın terör dini olmadığını göstermek isteyen insanlar için oldukça önemlidir.

DİPNOTLAR

1. Alain Touraine, Can We Live Together? 2000, 2, 3.
2. Richard Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü, 2000, 291.
3. Zygmunt Bauman, Community: Seeking Sefaty in an Insecure World, 2001.
4. Nilüfer Göle, Seküler ve Dinsel: Aşınan Sınırlar, 2012, 11, 58.
5. Crystal Paul, Sarah Becker, “People Are Enemies to What They Don’t Know’ Mânâging Stigma and Anti-Muslim Stereotypes in a Turkish Community Center”, Journal of Contemporary Ethnography, 2015, 1-38.