İslâm tarihi boyunca inanan insanlar, savaşı meşru kılacak
şartlar oluştuğunda bazı dönemler itibarıyla kılıç kullanma mecburiyetinde
kalmışlardır. Fakat büyük çoğunluğu itibarıyla bu hak, saldırgan güç ve
kuvvetleri sindirmek, dünyadaki genel ahenk ve huzuru bozan tiranları hizaya
getirmek, belli yerlerdeki herc ü mercin (kargaşa) önüne geçmek ve yeryüzünde
hakkaniyet ve adaleti ikame etmek maksadını gerçekleştirme istikametinde
kullanılmıştır. Bu noktada akla şöyle bir soru gelebilir: İslâm tarihi boyunca
bu hassasiyetlere tam olarak riayet edilmiş midir? Genel tabloya bakıldığında
çok rahatlıkla diyebiliriz ki, Müslümanlar bu mevzuda istikametlerini muhafaza
etmişlerdir. Fakat belli fasıllarda, belli dönemlerde içtihat hatasına
düşenlerin olduğu da bir vâkıadır. Farklı bir ifadeyle ihkak-ı hak etme (hakkı
gerçekleştirme) adına yola çıkılmış olsa da, bazı dönemler mutlak adalet yerine
izafî adalet tercih edilerek hakkaniyet, kılı kırk yararcasına korunamamış
olabilir. Mesela maddî kılıca müracaata gerek olmadan, Kur’ân-ı Kerim ve
Sünnet-i Sahiha’nın elmas kılıç gibi düsturlarıyla problemlerin
halledilebileceği yerlerde bu esasa tam olarak riayet edilememiş olabilir. İşte
tarihin değişik dönemlerinde bazı coğrafyalarda daimî kalamayışımızın sebeplerinden
biri kanaatimce bu tür içtihat hatalarıdır.