Tuesday, August 2, 2016

Ev


Evin ana direği –çatal bir ağaç gövdesi– evli kadını temsil eder, bu da temelde sıkı sıkıya toprağa bağlıdır, ana kiriş ise evin efendisi, koruyucusu, savunucusu ve aile şerefinin güveni olan erkekle özdeşleşmiştir.

Sınırlı bir durum üzerinde yapılan bu titiz inceleme, kuralların ve davranışların içinde saklı bulunan bir mantığı ortaya döküyor ve biz dıştan, bunları birbirine bağlamadan ve anlamadan yan yana getirmeye uğraşıyoruz. Oysa, bunlar çağdaşlaşmanın amansız bir tekbiçimlileştirmeyle parçalayıp ezdiği Akdeniz dünyasında zaten karşımıza bir bütün olarak çıkmıyorlar. Hepsi de, daha uygun bir sıfat bulamadığımız için eskimiş gözüyle baktığımız bir geçmişi, yeniden tutarlı bir biçimde oluşturmak için çabalarken elimizde bulunan kırık dökük kanıtlar: işbölümü ve kadının rolü, aile ve şeref, dayanışmada hiyerarşi.

İşbölümü: Kadına göre tanımlanır, çünkü erkek ona ayrılmış alanlara karışmaz. Biyolojik üreme: Gebe kalmak, doğurmak, çocukları büyütmek, terbiye etmek, kollamak, kızlara evleninceye kadar bakmak ve onları evlendirerek sorumluluğu babadan –onun yokluğunda erkek kardeşlerden– başka bir adama devretmek, erkek çocukları ise erkeklerle birlikte yaşamaya başlayıncaya kadar (Klasik çağ Atinası'ndan bugünkü Mağrip'e kadar erkek çocuklar çok erken yaşta –sünnet yaşı olan 7 yaşında– erkekten sayılmaya başlanırlar) kollamak. Kadın, ayrıca, en geniş anlamıyla evin bakımını ve yiyeceklerin hazırlanmasını üstlenir: Yalnızca temizlik işleri ve yemek pişirmek değil, evin ekmeğini yoğurmak, suyunu taşımak, odununu getirmek ve kümes hayvanlarına bakmak da onun işidir. Ayrıca, Homeros'tan beri tanık olduğumuz gibi, ev zanaatlarının pazar ekonomisine karşı çıktığı, direndiği her yerde yün eğirmek, aile üyelerinin giyeceklerini dokumak gibi bütün işler de kadının sırtındadır: Kabiliye evinde, dokuma tezgâhının başköşeye yerleşmiş olduğunu daha önce gördük. Bütün bu işler onların ne komşu kadınlarla görüşmelerine, ne de çeşme başında gevezelik etmelerine engel olur; o çeşme başı ki, kadınların birbirleriyle kaynaştıkları ama aynı zamanda çekişme ve kavgalara da “sahne olan, erkekleri ister istemez işe karışmaya zorlayan geleneksel yerdir. Tarla işlerine yardım gerekince ya da acele bitmesi gereken işler çıkınca, kadın kocasıyla erkek kardeşlerinin yanındadır, belirli işler için kurulan işçi kafilelerine katılır: Messina, Kalabria, Catania'dan her yıl turunçgil ve zeytin toplamaya gelen kadın işçiler bunlardır. Başlarında yaşlı kadınlar, kabileden de bir erkek bulunur. Fakat yuvanın dışında kalan bu çalışmalar genellikle istisnadır.

Erkeğe tarım işlerinin önemli bölümünü, kadına ise ev hizmetlerinin hepsini yükleyen bu işbölümü kadının sürekli olarak evde kalmasını haklı göstermeye yeter. Birçok Akdeniz kültürü, bu sürekli evde kalmayı bir zorunluluk, bir görev haline getirmiş, onun anlamını değiştirmiştir. Kadınların örtülü, saklı, misafire görünmeyecek bir şekilde evde kapalı tutulmaları 17. yüzyıldan itibaren Güney İtalya'yı, Osmanlı yönetimindeki Balkan ülkelerini, Yakındoğu ya da Kuzey Afrika'yı ziyaret eden Avrupalı gezginlerin ağızlarından düşürmedikleri bir konu olmuş ve bugüne dek süregelmiştir. Kadının böylece toplum yaşamının tamamen dışında bırakılmasını, Batılı daha o zamandan hayretle karşılar. Oysa, Batı insanı da kadınların aynı hizmetleri yapmasına, gerek politikada gerekse kent yaşamında aynı şekilde kadınlara sorumluluk verilmemesine alışkındır. Doğulu kadının toplum yaşamına katılmaması Batılı'nın gözünde bir uygarlık olayıdır ve bunu –haksız olarak– İslamiyet'e bağlar, oysa 5. yüzyıl Yunanistanı'nda da kadının durumu aynıdır. Gerçekten de, eğer kadının evde kalması gerekiyorsa –"Evin mezarındır" der, bir Kabiliye atasözü (P. Bourdieu)– bu kuşkusuz gerçekte de var olan fakat yön değiştirmiş bir aşağı görmeden değil –çünkü ananın yaşlandıkça oğullarına nasıl söz geçirdiğini biliyoruz– kadının üstlendiği görevlerin ona verdiği, neredeyse efsanevi uzmanlaşmadan gelmektedir. Kadının doğurganlığı ailenin devamlılığını sağlar ve böylece erkeğin şerefini temsil eder —o şeref ki “tek bir bakışla bile zedelenecek kadar duyarlıdır. Bu doğurganlık erkeğe devamlı bir denetleme, kovma, cezalandırma hakkı verir: Bu, kocaya, babaya, erkek kardeşlere geleneğin tanıdığı, hatta kullanılmasını zorunlu kıldığı bir haktır.

Fakat bu doğurganlık aynı zamanda gizemli ve büyülü bir güç gibi saygı görmüş, değerlendirilmiş, yüceltilmiş ve zaman zaman onu savunmak, durdurmak ya da yok etmek isteyen bir dizi tapınma şekillerinin koruma ya da tehdidiyle karşılaşmıştır; uğruna savaşlara girilmiş, Toprak Ana, bütün eski Akdeniz dinlerinde olduğu gibi tapınma konusu olmuştur: Çokmemeli, Efesli Artemis, Yunanlı Demeter ve Hades'in kaçırıp evlendiği kızı Proserpina, Romalı Ceres gibi.