Tuesday, August 2, 2016

Uygarlıkların Temelinde Savaş Vardır

Uygarlıkların temelinde savaş vardır, kin vardır; muazzam bir gölge düşmüştür üzerlerine, neredeyse yarısını kaplar. Kin onların eseridir; onunla beslenir, onunla yaşarlar. Yunanlı'nın Pers'e karşı nefreti, hoşgörülü diye bilinen Pers'in Yunanlı'ya nefretinden daha çoktur. Romalı'yla Kartacalı birbirinin can düşmanıdır. Hıristiyanlık ile Müslümanlığın birbirlerinde imrenecek bir şey görmelerine olanak yoktur. Tarih mahkemesinde ikisi de haksız çıkar, hüküm giyerdi. Zaten kimin suçlu, kimin suçsuz olduğu ne zaman anlaşılmıştır ki? Sabatino Moschati'ye göre Kartacalılar tam anlamıyla barışsever insanlardır. Gerçi kendilerini cesaretle savunurlar ama yalnızca saldırıya uğradıkları takdirde. Bazı tarihçilerin söylediğine bakılırsa Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından Konstantinopolis'in zaptedilmesine kadar ayakta kalan Bizans, kendi ölçüsünde bir kutsal savaş (ya da bir Haçlı seferi) düzenlemeyi becerememiştir. Bu yorum doğru ise Bizans'ın bu beceriksizliğine sevinmemiz gerekir. Ama Bizans bu yapıcı kinden yoksun olmanın bedelini günün birinde ödemedi mi? Buradan da anlaşıldığı gibi gelecek yalnızca kin beslemesini bilenlerindir. Gerçekten uygarlıklar çoğu zaman küçümseme, hor görme, nefretten oluşur. Ama uygarlığı doğuran yalnızca bunlar değildir; özveri, gelişme, kültür değerlerinin birikimi, akıl mirası da gerekir. Akdeniz'de yapılmış olan savaşların nedeni bu uygarlıklardır, Akdeniz üzerinden yapılmış teknik, fikir, hatta inanç alışverişlerinin nedeni de yine onlardır. Akdeniz'in bugün bize sunduğu bütün o çeşitlilik ve alacalı görünüm de aynı kaynaktan gelir. Akdeniz rengârenk bir mozaiktir. İşte bu yüzden, üzerinden bu kadar yüzyıl geçtikten sonra birçok anıtın, eskinin gelgitlerini işaret eden bu sınır taşlarının kutsallığına yapılmış olan saygısızlıklara hoşgörüyle bakabiliriz: Ayasofya'nın dört bir yanında yüksek minareler nöbet tutar; Palermo'daki San Giovanni Degli Eremiti manastırı, eski bir caminin kırmızı ya da kırmızımsı kubbeleri arasına yerleşmiştir; Kurtuba'da, dünyanın en güzel camisinin kemerlerden ve sütunlardan oluşan ormanının ortasında, Şarlken'in buyruğuyla yapılmış sevimli, küçük, gotik Santa Cruz Kilisesi yer alır.

**

Politikanın sözü hiç bitmeyecektir, bu açık. Tarihin öteki güçlerini ve biçimlerini bir yana itip defalarca kendi iradesini zorla kabul ettirmemiş midir? Yüzyıllar boyunca, Roma'nın üstünlüğü sürüp giderken, bu üstünlük, politikanın hizmetindeki şiddetten başka bir şey olmamıştır: Yarattığı emperyalizm, Akdeniz dünyasını kendine bütünüyle baş eğdirmeden yatışmamıştır. Roma, bu sonuca ulaşıncaya kadar acımasızca vurmuştur: İÖ 146 yılı hem Kartaca'nın hem de Korinthos'un yerle bir edildiği yıldır. Neredeyse on yıl, İÖ 59'dan 53'e kadar süren Galya'nın fethini de bir düşünün. Avrupalıların Amerika'da yaptığı da daha farklı olmadı. Roma, Pax romana'nın mimarı olmadan önce her yanı savaşa boğdu.
**
Roma, kendi iradesini ve siyasal bütünlüğünü Akdeniz dünyasının tümüne kabul ettirdi, ancak farklılıkları, aykırılıkları, çökmeleri ve kültür çatışmalarını ortadan kaldıramadı. Bu konuda o kadar zaaf gösterdi ki, incelik bakımından kendisininkinden çok daha ilerideki bu kültürlerin, onu eğitecek olan Yunanistan'ın (başkentin seçkin çevrelerinde Yunanca konuşulacaktır) ve Yakındoğu'dan yayılan güçlü dinler ve tapınma şekillerinin etkisinde kaldı, onların yörüngesine girdi. Buna karşılık, Akdeniz'in bütününde kendi politikasının ve kuramlarının üstün dilini egemen kıldı.