1583’te William Lee, Cambridge Üniversitesi’ndeki
çalışmalarını bırakarak rahip olmak için Calverton-İngiltere’ye döndü. I.
Elizabeth yakınlarda bir karar çıkararak halkının her daim örgü başlık
takmasını zorunlu kılmıştı. Lee şöyle yazıyor: “Bu tür giyim eşyalarını
üretmenin tek yolu örgücülerden geçiyordu fakat ürünü bitirmek çok zaman
alıyordu. Düşünmeye başladım. Akşamın alacakaranlığında oturmuş örgü şişleriyle
iş gören annemle kız kardeşimi izledim. Eğer giyecekler iki örgü şişi ve bir
sıra iplikle yapılıyorsa neden ipliği alan birkaç örgü şişi olmasın diye
düşündüm.
Bu çığır açıcı düşünce tekstil üretiminin mekanizasyonunun
başlangıcıydı. Lee insanları el örgücülüğünün bitmez tükenmez zahmetinden
kurtaracak bir makine yapmayı saplantı haline getirdi. O zamanları şöyle
hatırlayacaktı: “Kiliseye ve aileme karşı görevlerimi ihmal etmeye başladım.
Makinemi ve onu nasıl yapacağımı düşünmek beni yiyip bitiriyordu.”
En sonunda, 1589’da örgü makinesi hazırdı. Makinenin ne
kadar işe yarayacağını gösterip başkalarının tasarımını taklit etmesini
engelleyecek bir patent istemek için I. Elizabeth’le (1558–1603) bir görüşme
yapabilme umuduyla heyecanlanarak Londra’ya gitti. Makineyi kurmak için bir
bina kiraladı ve kendi bölgesinin parlamento üyesi Richard Parkyns’in
yardımıyla Kraliçe’nin Danışma Meclisi üyesi Henry Carey, Lord Hunsdon’la
tanıştı. Carey Kraliçe Elizabeth’in gelip makineyi görmesi için bir buluşma
ayarladı; fakat kraliçenin tepkisi kahrediciydi. Lee’ye patent vermeyi kabul
etmediği gibi, ona “Hedefiniz çok yüksek Efendi Lee. Bir düşünün icadınızın
zavallı kullarıma neler yapabileceğini. İşlerini ellerinden alarak mutlak
surette yıkımın eşiğine getirir ve böylece hepsini dilenciye çevirir” diyerek
karşılık verdi. Kırılan Lee şansını denemek için Fransa’ya gitti; fakat orada
da başarısızlığa uğradı. Ardından İngiltere’ye dönerek Elizabeth’in halefi I.
James’ten (1603–1625) patent istedi. James de Elizabeth ile aynı gerekçelerden
ötürü patent vermeyi reddetti. İkisi de çorap üretiminin mekanizasyonunun
siyasal istikrarsızlığa yol açacağından endişe etmişti. İnsanları işlerinden
edecek, işsizlik ve siyasal istikrarsızlık yaratacak ve kraliyetin gücünü
tehdit edecekti. Örgü makinesi muazzam bir verimlilik artışının yanı sıra
yaratıcı yıkım da vaat eden bir yenilikti.
Lee’nin parlak icadına gösterilen reaksiyon bu kitabın temel
fikirlerinden birini yansıtmaktadır. Yaratıcı yıkım korkusu, Neolitik Devrim
ile Sanayi Devrimi arasında yaşam standartlarında sürdürülebilir bir artışın
olmayışının ardındaki esas nedendir. Teknolojik yenilikler toplumları müreffeh
hale getirir fakat aynı zamanda eskinin yerine yeninin geçmesine ve belirli
insanların ekonomik ayrıcalıklarının ve siyasal güçlerinin yok olmasına da yol
açar. Sürdürülebilir ekonomik büyüme için genellikle Lee gibi yeni insanlardan
gelen yeni teknolojilere, yeni yöntemlere ihtiyaç duyarız. Teknolojik yenilik
toplumu refaha taşıyabilir fakat başlattığı yaratıcı yıkım süreci, Lee’nin
teknolojisiyle kendilerini işsiz bulacak el örgücüleri gibi eski teknolojilerle
çalışanların geçimini tehlikeye atar. Daha da önemlisi, Lee’nin makinesi gibi
büyük yenilikler siyasal gücün yeniden şekillendirilmesi tehlikesi de
yaratırlar. Nihayet, Elizabeth ve James’in patente karşı çıkmalarının nedeni
Lee’nin makinesi yüzünden işsiz kalabilecek insanların kaderleriyle alakadar
olmaları değildi, bu icadın siyasal istikrarsızlık yaratıp iktidarlarını
tehlikeye sokarak onları yerlerinden etmelerinden, siyaseten kaybetmekten
korkmalarıydı. Luddistler örneğinde gördüğümüz üzere el örgücüleri gibi
işçilerin direnişlerini kırmak çoğu zaman mümkündü. Fakat elitler, hele de
siyasal güçleri tehlikeye girdiğinde, yeniliğin önünde çok daha zorlu bir engel
oluşturuyordu. Yaratıcı yıkım nedeniyle kaybedecek daha fazla şeye sahip
olmaları yalnızca yeni teknolojileri hayata geçirenlerin onlar olmayacağı
anlamına gelmiyordu, aynı zamanda genellikle bu tür yeniliklere direnecekleri
ve durdurmaya çalışacakları anlamına da geliyordu. Bu nedenle, toplumların
radikal yenilikler yapmaları için yeni insanlara ihtiyaç duymalarının yanı sıra
bu yeni insanların ve neden oldukları yaratıcı yıkımın da çoğu zaman çeşitli
direniş odaklarının –güçlü hükümdarlar ve elitler de dahil– üstesinden
gelmeleri gerekir.
Sömürücü kurumlar 17. yüzyıl İngiltere’sine kadar tüm tarih
boyunca bir normdu. Son iki bölümde gösterildiği gibi bu kurumların ekonomik
büyüme ürettikleri zamanlar da olmuştu; özellikle de Venedik ve Roma’da olduğu
gibi kapsayıcı unsurlar taşıdıklarında. Fakat yaratıcı yıkıma izin
vermemişlerdi. Sağladıkları büyüme sürdürülebilir değildi ve yeni
teknolojilerin olmayışı, sömürüden fayda sağlamak için çıkan siyasal iç
çatışmalar ya da Venedik’te olduğu gibi, henüz olgunlaşmamış kapsayıcı
unsurların en sonunda tersine dönmesi nedeniyle sona ermişti.