Güney Kore’nin
Kuzey Kore’yle ve Birleşik Devletler’in Latin Amerika’yla arasındaki zıtlık
genel bir ilkeyi ortaya koyuyor. Kapsayıcı ekonomik kurumlar ekonomik
etkinliği, verimlilik artışını ve ekonomik refahı teşvik eder. Güvence altına
alınmış özel mülkiyet hakları yalnızca bu haklara sahip olanlar yatırım yapmaya
istekli olacağı ve verimliliği artıracağı için esastır. Hasılatının
çalınacağını, kamulaştırılacağını ya da vergi yoluyla hepsinin alınacağını
düşünen bir iş adamının değil yatırım ve yenilik için, çalışmak için bile çok
az isteği olacaktır. Fakat bu tür haklar toplumdaki insanların büyük kısmı için
geçerli olmalıdır.
**
Güvence altına
alınmış mülkiyet hakları, hukuk, kamu hizmetleri ve özgürlük; bunların hepsi
devlete dayanır, yani düzen sağlamak için zorlayıcı gücü olan, hırsızlık ve
yolsuzluğu önleyen ve özel şahıslar arasındaki sözleşmeleri uygulayan kuruma.
İyi işlemesi için toplumun başka kamu hizmetlerine de ihtiyacı vardır; malların
nakliyesi için yollara ve bir ulaştırma şebekesine, ekonomik faaliyetin
gelişmesi için bir kamusal altyapı sistemine ve yolsuzluk ve suiistimalin önüne
geçmek için bir tür temel düzenlemeye. Bu kamu hizmetlerinin çoğu piyasa ve
özel şahıslar tarafından sağlanabilse de bunların geniş ölçekte uygulanabilmesi
için gerekli koordinasyon düzeyi çoğunlukla merkezi bir otoriteyi zorunlu
kılar. Bu nedenle devlet, düzenin, özel mülkiyetin, sözleşmelerin uygulayıcısı
ve çoğu zaman kamu hizmetlerinin en büyük sağlayıcısı olarak ekonomik
kurumlarla kaçınılmaz bir biçimde iç içe geçmiştir. Kapsayıcı kurumlar devlete
ihtiyaç duyar ve onu kullanırlar.
Kuzey Kore’nin ya
da sömürge Latin Amerika’nın –daha önce tanımladığımız mita, encomienda ya da
repartimiento gibi– ekonomik kurumları bu özelliklere sahip değildir. Kuzey
Kore’de özel mülkiyet yoktur. Sömürge Latin Amerika’da özel mülkiyet
İspanyollar için geçerliydi, yerli halkın mülkiyet hakları son derece
emniyetsizdi. Bu toplumların hiçbirinde geniş halk kitleleri istedikleri
ekonomik kararları alamıyor, ekonomik bakımdan istedikleri gibi hareket
edemiyordu; kitlesel baskıya maruz kalıyorlardı. Hiçbirinde devletin gücü refah
düzeyini artıracak temel kamu hizmetlerinin sağlanması için kullanılmıyordu.
Kuzey Kore’de devlet propaganda için bir eğitim sistemi inşa etti ancak
kıtlığın önüne geçemedi. Latin Amerika’da devlet yerli halklara baskı yapmaya
odaklanmıştı. Bu toplumların hiçbirinde eşit şartlara ya da tarafsız bir hukuk
sistemine rastlanmıyordu. Kuzey Kore’de hukuk sistemi iktidardaki Komünist
Parti’nin bir koludur, Latin Amerika’da ise halk kitlelerine ayrımcılık yapmak
için kullanılan bir araçtı. Kapsayıcı olarak adlandırdıklarımızla karşıt
özelliklere sahip bu gibi kurumlara sömürücü –toplumun belli bir kesiminin
çıkarları için başka bir kesiminin gelir ve zenginliğini sömürdükleri için–
kurumlar diyoruz.
**
Kapsayıcı
ekonomik kurumlar, insanlara hem yeteneklerine en uygun mesleklerde çalışma
özgürlüğü sunan hem de bunu yapabilmeleri için eşit şartlar sağlayan kapsayıcı
piyasalar yaratır. İyi fikirleri olanlar iş kurabilir, işçiler daha verimli
çalışabilecekleri faaliyetlere yönelebilir ve daha verimli şirketler daha az
verimli olanların yerini alabilir.
**
Kapsayıcı
ekonomik kurumlar refahın iki lokomotifine daha zemin hazırlarlar: Teknoloji ve
eğitim. Sürdürülebilir ekonomik büyümeye neredeyse her zaman insan (emek),
toprak ve sabit sermayenin (binalar, makineler vs.) daha verimli hale gelmesini
sağlayan teknolojik yenilikler eşlik eder. Sadece 100 yıl kadar geriye gidelim
ve bugün bizim kanıksadığımız uçaklardan, otomobillerden ya da çoğu ilaç ve
sağlık hizmetinden yararlanma imkânı olmayan büyük-büyük-büyükbabalarımızı ve
büyükannelerimizi düşünelim. Tabii sıhhi tesisattan, havalandırmadan, alışveriş
merkezlerinden, radyodan, sinemadan söz etmiyoruz bile. Hele enformasyon
teknolojisinden, robotbilimden ya da bilgisayar kontrollü makinelerden hiç
bahsetmiyoruz. Bir iki kuşak daha geriye gidersek teknoloji ve yaşam
standartları düzeyi daha da geriler; o kadar ki, çoğu insanın nasıl hayat
mücadelesi verebildiğini bile anlamakta güçlük çekeriz. Bu ilerlemeler bilim ve
Thomas Edison gibi kârlı bir iş kurmak için bilimi uygulamaya koyan
girişimciler sayesinde kaydedildi. Bu yenilik süreci özel mülkiyeti teşvik
eden, sözleşmeleri uygulamaya koyan, eşit şartlar sağlayan ve yeni
teknolojileri hayata geçirecek yeni iş sahalarının kurulmasına olanak tanıyıp
bunlara teşvik sunan ekonomik kurumlar sayesinde mümkün oldu. Bu nedenle ne
Thomas Edison’ın Meksika ya da Peru’dan değil de Birleşik Devletler’den çıkması
ne de günümüzde Samsung ve Daewoo gibi yenilikçi teknolojiler üreten
şirketlerin Kuzey Kore yerine Güney Kore’den çıkması şaşırtıcı olmamalıdır.
Evde, işte ve
okulda gerekli olan eğitim, beceri, yetenek ve teknik bilgi, teknolojiyle çok
yakından ilgilidir. 100 yıl öncekinden çok daha üretken olmamızın nedeni
makinelerle somutlaşan daha iyi teknolojiler değildir yalnızca; aynı zamanda
işçilerin sahip olduğu daha ileri teknik bilgidir.
**
Fakat günümüzdeki
teknolojik değişim hem mucitler hem de işçiler için eğitim gerektirmektedir.
İşte burada eşit şartlar yaratan ekonomik kurumların önemini görürüz. Birleşik
Devletler Bill Gates, Steve Jobs, Sergey Brin, Larry Page, Jeff Bezos ve
benzerlerini ve de bu girişimcilerin üzerine iş kurdukları enformasyon
teknolojisi, nükleer enerji, biyoteknoloji ve daha başka alanlarda önemli
keşifler yapmış yüzlerce bilim insanını yetiştirebilir ya da başka ülkelerden
kendine çekebilir. Birleşik Devletler’deki çoğu genç, diledikleri ya da
becerebildikleri kadar eğitim olanağına sahip oldukları için faydalanılmayı
bekleyen bir yetenek arzı söz konusudur. Bir de nüfusun büyük kısmının okula
gidecek imkânının olmadığı, gitmeyi başarsalar bile eğitimin içler acısı
durumda olduğu ve öğretmenlerin okula gelmediği, gelseler dahi belki de kitap
bulamayacakları Kongo ya da Haiti gibi farklı bir ülke düşünün.
Fakir ülkelerin düşük eğitim düzeyi, ebeveynlere çocuklarını
eğitmeleri için teşvik yaratmayı başaramayan ekonomik kurumlardan ve devleti
okullar inşa etmesi, onları finanse edip desteklemesi ve ebeveynlerle
çocukların taleplerini karşılaması için hükümeti harekete geçirmeyi başaramayan
siyasal kurumlardan kaynaklanır. Bu ülkelerin düşük eğitim düzeyleri ve
kapsayıcı piyasalarının olmayışı için ödedikleri bedel ise çok ağırdır. Genç
yetenekleri harekete geçirmeyi başaramazlar. Hiçbir zaman hayattaki yerlerini
keşfedecek fırsatları olmadığı için şimdi az eğitim görmüş birer çiftçi olarak
çalışan, yapmayı istemedikleri şeyleri yapmaya zorlanan ya da askere alınan pek
çok potansiyel Bill Gates’leri ve belki de bir ya da iki Albert Einstein’ları
vardır.
**
Güç dağılımı
yeterince eşit değilse ve sınırlandırılmamışsa siyasal kurumlar
mutlakiyetçidir, tıpkı tarih boyunca dünyanın dört bir yanında hüküm süren
mutlak monarşiler gibi. Kuzey Kore ya da sömürge dönemi Latin Amerika’sındaki
örnekler gibi mutlakiyetçi siyasal kurumların mevcut olduğu koşullarda bu gücü
ellerinde tutanlar hem toplumun sırtından zenginleşmelerini sağlayacak hem de
güçlerini artıracak ekonomik kurumlar inşa edebilirler. Buna karşılık, gücü
toplumun geniş kesimlerine dağıtan ve ona sınırlama getiren siyasal kurumlar
çoğulcudur. Siyasal güç tek bir kişinin ya da dar bir grubun eline geçeceğine
geniş tabanlı bir koalisyonun elinde kalır.