Bugün var olan dünya eşitsizliğinin nedeni, bazı ülkelerin
19. ve 20. yüzyıl boyunca Sanayi Devrimi’nden, getirdiği teknolojilerden ve
örgütlenme yöntemlerinden faydalanabilmesine karşın diğerlerinin buna imkân
bulamamasıdır. Teknolojik değişim refahın lokomotiflerinden yalnızca biridir;
fakat muhtemelen lokomotiflerinden yalnızca biridir; fakat muhtemelen en hayati
olanıdır. Yeni teknolojilerden yararlanamayan ülkeler refahın diğer
lokomotiflerinden de fayda göremediler. Bu ve bundan önceki bölümde
gösterdiğimiz gibi, bu başarısızlık ister mutlakıyetçi rejimlerinin
sürekliliğinin bir sonucu olsun, ister merkezi devletlere sahip olmamaları
nedeniyle olsun, sömürücü kurumlarından kaynaklanıyordu. Fakat bu bölümün
ortaya koyduğu bir şey daha var; bazı durumlarda, bu ülkelerin maruz kaldığı
yoksulluğa zemin hazırlayan sömürücü kurumlar, tam da Avrupa’nın büyümesini
teşvik eden süreç sayesinde ortaya çıktılar ya da en azından daha güçlü hale
geldiler: Avrupa’nın ticari ve sömürgeci yayılmacılığıyla. Aslında Avrupa
sömürge imparatorluğunun kârlılığı genelde bağımsız devletlerin ve yerli
ekonominin yıkılmasıyla sağlanıyordu. Ya da yerli toplumların neredeyse tamamen
çökertilmesinin ardından Avrupalıların Afrikalı köleleri ithal ederek
plantasyon sistemleri kurduğu Karayipler’de olduğu gibi; sömürücü kurumların
sıfırdan inşa edilmesiyle.
Banda Adaları, Ace ya da Burma’daki bağımsız
şehir-devletlerinin Avrupa müdahalesi olmasaydı nasıl bir rota izleyeceğini
hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Belki onların da kendilerine ait yerli Görkemli
Devrim’leri olurdu ya da belki de baharat ve diğer kıymetli malların
ticaretindeki büyümeye dayanan daha kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumlara
doğru ilerlerdiler. Fakat bu olasılık Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası’nın büyümesiyle
ortadan kalktı. Şirket gerçekleştirdiği soykırımla Banda Adaları’nda yerel
gelişime yönelik tüm umutları yok etti. Ayrıca yarattığı tehdit Güneydoğu
Asya’nın diğer pek çok bölgesindeki şehir-devletlerin ticaretten çekilmesine
yol açtı.
Asya’nın en eski uygarlıklardan birinin, Hindistan’ın da
buna benzer bir tarihi vardır; tek fark, Hindistan’da gelişimin tersine
dönmesini sağlayanın Hollandalılar değil İngilizler olmasıdır. 18. yüzyılda
Hindistan dünyanın en büyük tekstil üreticisi ve ihracatçısıydı. Hindistan
patiskaları ve muslinleri Avrupa piyasalarını istila etti, Asya’da hatta Doğu
Afrika’da alıcı buldu. Onları Britanya Adaları’na taşıyan asıl aracı kurum
İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’ydı. Hollandalı muadilinden iki yıl önce,
1600’de kurulan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası 17. yüzyılı Hindistan’dan
gelen kıymetli mallar üzerinde tekel kurmaya çalışarak geçirdi. Goa,
Chittagongand ve Bombay’da üsleri olan Portekizlilerle ve Pondicherry,
Chandernagore, Yanam ve Karaikal’de üslenen Fransızlarla rekabet etmek zorunda
kaldı. Yine de Doğu Hindistan Kumpanyası için en kötüsü, 7. bölümde gördüğümüz
gibi, Görkemli Devrim’di. Stuart krallarının Doğu Hindistan Kumpanyası’na
bahşettiği tekel 1688’in hemen akabinde tehlikeye girdi; hatta 10 yıl kadar
sonra kaldırıldı. Daha önce gördüğümüz gibi, İngiliz tekstil üreticileri
parlamentoyu Doğu Hindistan Kumpanyası’nın en kârlı kalemi olan patiskanın
ithalatını yasaklamaya ikna etmeyi başardıklarından kayda değer bir güç kaybı
söz konusuydu. 18. yüzyılda Robert Clive liderliğindeki Doğu Hindistan
Kumpanyası strateji değiştirerek kıtasal bir imparatorluk kurmaya başladı. O
tarihte Hindistan çok sayıda rakip devlet arasında bölünmüştü; gerçi bunların
çoğu sözde hâlâ Delhi’deki Babür imparatorunun kontrolü altındaydı. Doğu
Hindistan Kumpanyası 1757’de Plassey ve 1764’te Buxar savaşlarıyla yerel
güçleri mağlup ederek önce doğuda Bengal’e açıldı. Doğu Hindistan Kumpanyası
yerel zenginlikleri yağmalayıp Hindistan’ın Babür hükümdarlarının sömürücü
vergi kurumlarını kendine mal etti ve belki daha da güçlendirdi. Bu açılım
Hindistan tekstil sanayiinin muazzam ölçüde küçülmesiyle aynı zamana denk
geldi; ne de olsa artık İngiltere’de söz konusu ürünler için bir pazar yoktu.
Şehirlerin boşalması ve artan yoksulluğun eşlik ettiği bu küçülme Hindistan’da
uzun bir tersine gelişim dönemi başlattı. Çok geçmeden, Hintliler tekstil
üretmek yerine İngiltere’den satın alıyor ve Doğu Hindistan Şirketi’ne Çin’de
satmaları için afyon yetiştiriyorlardı.
Atlantik köle ticareti aynı örüntüyü –Güneydoğu Asya ve
Hindistan’dan daha geri koşullarda başlamış olmasına rağmen– Afrika’da
tekrarladı. Çoğu Afrika devleti yakaladıkları köleleri Avrupalılara satan birer
savaş makinesine dönüştü. Farklı devletler arasındaki çatışmalar aralıksız bir
savaşa dönüşürken Afrika’nın pek çok bölgesinde pek çoğu henüz yeterince
siyasal merkeziyete ulaşamamış devlet kurumlarının çökmesi, kalıcı sömürücü
kurumlara ve daha sonra inceleyeceğimiz başarısız devletlere zemin hazırladı.
Avrupalılar Güney Afrika gibi Afrika’nın köle ticaretinden kurtulabilmiş birkaç
bölgesine bu kez madenleri ve tarlaları için ucuz işgücü sağlamak üzere
tasarlanmış bir dizi farklı kurum dayattılar. Güney Afrika devleti nüfusun
yüzde 80’ini vasıflı işlerden, ticari tarımdan ve girişimcilikten mahrum eden
bir ikili ekonomi yarattı. Tüm bunlar yalnızca sanayileşmenin neden dünyanın
büyük bölümünü es geçtiğini açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik
kalkınmanın bazen nasıl olup da başka yerel ekonomilerdeki ya da dünya
ekonomisindeki azgelişmişliği beslediğini hatta yarattığını da özetliyor.