Tuesday, September 13, 2016

Tersine Gelişim

Bugün var olan dünya eşitsizliğinin nedeni, bazı ülkelerin 19. ve 20. yüzyıl boyunca Sanayi Devrimi’nden, getirdiği teknolojilerden ve örgütlenme yöntemlerinden faydalanabilmesine karşın diğerlerinin buna imkân bulamamasıdır. Teknolojik değişim refahın lokomotiflerinden yalnızca biridir; fakat muhtemelen lokomotiflerinden yalnızca biridir; fakat muhtemelen en hayati olanıdır. Yeni teknolojilerden yararlanamayan ülkeler refahın diğer lokomotiflerinden de fayda göremediler. Bu ve bundan önceki bölümde gösterdiğimiz gibi, bu başarısızlık ister mutlakıyetçi rejimlerinin sürekliliğinin bir sonucu olsun, ister merkezi devletlere sahip olmamaları nedeniyle olsun, sömürücü kurumlarından kaynaklanıyordu. Fakat bu bölümün ortaya koyduğu bir şey daha var; bazı durumlarda, bu ülkelerin maruz kaldığı yoksulluğa zemin hazırlayan sömürücü kurumlar, tam da Avrupa’nın büyümesini teşvik eden süreç sayesinde ortaya çıktılar ya da en azından daha güçlü hale geldiler: Avrupa’nın ticari ve sömürgeci yayılmacılığıyla. Aslında Avrupa sömürge imparatorluğunun kârlılığı genelde bağımsız devletlerin ve yerli ekonominin yıkılmasıyla sağlanıyordu. Ya da yerli toplumların neredeyse tamamen çökertilmesinin ardından Avrupalıların Afrikalı köleleri ithal ederek plantasyon sistemleri kurduğu Karayipler’de olduğu gibi; sömürücü kurumların sıfırdan inşa edilmesiyle.

Banda Adaları, Ace ya da Burma’daki bağımsız şehir-devletlerinin Avrupa müdahalesi olmasaydı nasıl bir rota izleyeceğini hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Belki onların da kendilerine ait yerli Görkemli Devrim’leri olurdu ya da belki de baharat ve diğer kıymetli malların ticaretindeki büyümeye dayanan daha kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumlara doğru ilerlerdiler. Fakat bu olasılık Hollanda Doğu Hindistan Kumpanyası’nın büyümesiyle ortadan kalktı. Şirket gerçekleştirdiği soykırımla Banda Adaları’nda yerel gelişime yönelik tüm umutları yok etti. Ayrıca yarattığı tehdit Güneydoğu Asya’nın diğer pek çok bölgesindeki şehir-devletlerin ticaretten çekilmesine yol açtı.

Asya’nın en eski uygarlıklardan birinin, Hindistan’ın da buna benzer bir tarihi vardır; tek fark, Hindistan’da gelişimin tersine dönmesini sağlayanın Hollandalılar değil İngilizler olmasıdır. 18. yüzyılda Hindistan dünyanın en büyük tekstil üreticisi ve ihracatçısıydı. Hindistan patiskaları ve muslinleri Avrupa piyasalarını istila etti, Asya’da hatta Doğu Afrika’da alıcı buldu. Onları Britanya Adaları’na taşıyan asıl aracı kurum İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’ydı. Hollandalı muadilinden iki yıl önce, 1600’de kurulan İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası 17. yüzyılı Hindistan’dan gelen kıymetli mallar üzerinde tekel kurmaya çalışarak geçirdi. Goa, Chittagongand ve Bombay’da üsleri olan Portekizlilerle ve Pondicherry, Chandernagore, Yanam ve Karaikal’de üslenen Fransızlarla rekabet etmek zorunda kaldı. Yine de Doğu Hindistan Kumpanyası için en kötüsü, 7. bölümde gördüğümüz gibi, Görkemli Devrim’di. Stuart krallarının Doğu Hindistan Kumpanyası’na bahşettiği tekel 1688’in hemen akabinde tehlikeye girdi; hatta 10 yıl kadar sonra kaldırıldı. Daha önce gördüğümüz gibi, İngiliz tekstil üreticileri parlamentoyu Doğu Hindistan Kumpanyası’nın en kârlı kalemi olan patiskanın ithalatını yasaklamaya ikna etmeyi başardıklarından kayda değer bir güç kaybı söz konusuydu. 18. yüzyılda Robert Clive liderliğindeki Doğu Hindistan Kumpanyası strateji değiştirerek kıtasal bir imparatorluk kurmaya başladı. O tarihte Hindistan çok sayıda rakip devlet arasında bölünmüştü; gerçi bunların çoğu sözde hâlâ Delhi’deki Babür imparatorunun kontrolü altındaydı. Doğu Hindistan Kumpanyası 1757’de Plassey ve 1764’te Buxar savaşlarıyla yerel güçleri mağlup ederek önce doğuda Bengal’e açıldı. Doğu Hindistan Kumpanyası yerel zenginlikleri yağmalayıp Hindistan’ın Babür hükümdarlarının sömürücü vergi kurumlarını kendine mal etti ve belki daha da güçlendirdi. Bu açılım Hindistan tekstil sanayiinin muazzam ölçüde küçülmesiyle aynı zamana denk geldi; ne de olsa artık İngiltere’de söz konusu ürünler için bir pazar yoktu. Şehirlerin boşalması ve artan yoksulluğun eşlik ettiği bu küçülme Hindistan’da uzun bir tersine gelişim dönemi başlattı. Çok geçmeden, Hintliler tekstil üretmek yerine İngiltere’den satın alıyor ve Doğu Hindistan Şirketi’ne Çin’de satmaları için afyon yetiştiriyorlardı.

Atlantik köle ticareti aynı örüntüyü –Güneydoğu Asya ve Hindistan’dan daha geri koşullarda başlamış olmasına rağmen– Afrika’da tekrarladı. Çoğu Afrika devleti yakaladıkları köleleri Avrupalılara satan birer savaş makinesine dönüştü. Farklı devletler arasındaki çatışmalar aralıksız bir savaşa dönüşürken Afrika’nın pek çok bölgesinde pek çoğu henüz yeterince siyasal merkeziyete ulaşamamış devlet kurumlarının çökmesi, kalıcı sömürücü kurumlara ve daha sonra inceleyeceğimiz başarısız devletlere zemin hazırladı. Avrupalılar Güney Afrika gibi Afrika’nın köle ticaretinden kurtulabilmiş birkaç bölgesine bu kez madenleri ve tarlaları için ucuz işgücü sağlamak üzere tasarlanmış bir dizi farklı kurum dayattılar. Güney Afrika devleti nüfusun yüzde 80’ini vasıflı işlerden, ticari tarımdan ve girişimcilikten mahrum eden bir ikili ekonomi yarattı. Tüm bunlar yalnızca sanayileşmenin neden dünyanın büyük bölümünü es geçtiğini açıklamakla kalmıyor, aynı zamanda ekonomik kalkınmanın bazen nasıl olup da başka yerel ekonomilerdeki ya da dünya ekonomisindeki azgelişmişliği beslediğini hatta yarattığını da özetliyor.