Saturday, September 15, 2018

Soğuk Bir Günde Yazarlık



Geçen sene bir kış günü güneş çıkmış, ışığı odama girip masamın üzerine vurarak masamı, odamı ve beni ısıtmıştı. Birkaç egzersizden sonra oturmuş, kısa bir öykü yazmaya başlamıştım. Fakat nihayetinde bir kış günüydü, daha öykünün birinci paragrafını bile yazmadan güneş bulutların arkasında kalmıştı, bense soğuk odamda oturmuş öykü yazmaya devam ediyordum. O kadar iyi bir öyküydü ki hiçbir zaman basılmayacağını bildiğim halde yazmaya devam etmeliydim; nihayet öyküyü yazmayı bitirdiğimde donmuş bir ceset gibiydim. Yüzüm maviydi, soğuktan kaskatı kesilen dudaklarımı güçlükle oynatabiliyordum. Odam bir paket Chesterfield sigarasının dumanıyla doluydu, ama duman bile donmuştu. Dumandan bulutlarına rağmen oda hâlâ çok soğuktu. Bir keresinde yazarken, gidip bir teneke leğen alıp içinde ateş yakmayı düşündüm. Niyetim, kitaplarımın yarım düzinesini yakıp ısınmaktı, böylece yazmaya devam edebilecektim. Eski bir leğen buldum ve odama getirdim, fakat yakmak için kitap bulamadım. Bütün kitaplarım eski ve ucuzdu. Beş yüz kadar kitabım vardı ve çoğunu beş sente almıştım, ama aralarında yakmaya uygun olanları arayınca bulamadım. Çok güzel ateş verecek, ağır, kocaman bir Almanca anatomi kitabı vardı, ama açıp da o güzel dilden bir satır okuyunca, sie bestehen aus zwei Hüftgelenkbeugemuskeln des Oberschenkels, von denen der eine breitere, yapamadım. Elim gitmiyordu. Dili bilmiyordum, okuduklarımdan tek kelime bile anlamıyordum ama nedense yakmak için kullanılamayacak kadar güzel gözüküyordu. Kitap bana beş sente mal olmuştu ve yaklaşık üç kilo ağırlığındaydı; görüyorsunuz ki yakacak odun olarak düşünüldüğünde bile iyi bir alışverişmiş. Sayfalarını yırtıp ateş yakabilmeliydim.

Ama yapamadım. Kitap bin sayfadan fazlaydı, her defasında bir sayfa yakıp, çıkardığı ateşe bakmayı düşünmüştüm, fakat ateşle birlikte yok olacak bütün o yazıları ve kütüphanemden silinecek o ince dili düşününce kitabı yakamadım. Hâlâ da o kitabı saklarım. Büyük yazarları okumaktan yorulunca bu kitabı açar, anlamadığım o dili okurum, während der Kindheit ist sie von birnförmiger Gestalt und liegt vorzugsweise in der Bauchhöle. Böyle bir dilde yazılmış bin sayfayı yakmayı düşünmek düpedüz küstahlık. Üstelik harika resimlerden bahsetmedim bile.
**

Daha sonra, ucuz roman bulur muyum diye etrafa bakınmaya başladım.

Siz de bilirsiniz ki dünya böyle ucuz romanlarla dolu. Her on kitaptan dokuzu değersiz, ucuz ve yapmacık hikâyelerdir. Bu tür kitaplardan benim kütüphanemde de en azından bir düzine olacağını, onları yakıp ısınarak kendi hikâyemi yazabileceğimi düşünmüştüm. Altı kitap seçtim. Altısı birlikte aşağı yukarı Almanca anatomi kitabı kadar ağırdı.
**
“O kadar kötü yazılmıştı ki, bu özelliği onu çekici hale getiriyordu. İlk fırsatta bütün kitabı okumaya karar verdim. Genç bir yazarın kötü yazarlarımızdan öğreneceği çok şey var. Kötü kitapları yakmak çok yıkıcı bir iş, hani neredeyse iyi kitapları yakmaktan daha zararlı.”

**
“Neyse, herhangi bir kitabın tek bir sayfasını bile yakamadım, donarak yazmaya devam ettim. Sadece, bir ateşin neye benzediğini kendime hatırlatmak ve sıcaklık kavramıyla bağlantımı kaybetmemek için arada sırada bir kibrit yakıyordum. Sigara içmek istediğimde üfleyip kibriti söndürmüyor, parmaklarıma gelene kadar yanmasına izin veriyordum.

Olan basitçe şundan ibaret: Kitabın hayattaki yerine, sadece kitap fikrine dahi saygınız, kâğıda ve matbaaya inancınız varsa, herhangi bir kitabın bir sayfasını bile yakamazsınız. Donsanız, kendiniz bir parça yazı yazmaya çalışıyor olsanız bile. Yapamazsınız. Çok zordur.”