Wednesday, November 27, 2013

Bir Serencam-ı Harp - İhsan Latif (Paşa)



“İstasyonun bir odasına hapsedildik ve başımıza altı-yedi silahlı Kazak dikildi. Üç günlük açlık tesirini göstermeye başlamıştı. Ceplerimizde nasılsa kalmış cüzi bir para ile istasyonda bulunan ve yanımıza gelen bir Moskof subayına rica ederek biraz ekmek ve biraz peynir aldırarak açlığımızı gidermeye çalıştık. İstasyonda askeri yollama işlerinden sorumlu olduğunu sonradan anladığımız bir Moskof genarali, azametli bir tavırla bize yaklaştı, "Türklerden intikam almak zamanının geldiğini ve bunun için de İslâm ve Türk adı altındaki her şahsa her tür muamelenin uygulanmasından büyük bir haz duyduğunu, ezcümle esaret felaketine uğrayan askerlerimin elbiseleri alınıp, çırılçıplak ölümün' pençesine mahkûm bıraktıklarını" anlatmaya başladı.

Karşımızda en çok dış görünüşü ile subay denilebilecek biri bulunuyordu. Bir süre daha mırıldandıktan sonra çekti gitti. Halbuki biz Türkler, esir aldığımız Rus subay ve erlerinden hasta olanları mekkâre katırlarının sırtında geriye gönderir ve hepsinden de savaş alanında yapılması mümkün olabilen yardımları esirgemez çay ve ekmek ikramı gibi insanlığa yakışan güzel davranışlarda bulunmayı tabii görürdük."

***


“Görüşme sırasında, Avusturyalı subaylardan yüzbaşı rütbesinde olanı teessürle Moskofların zulüm ve barbarlığını belirten ve şahidi olduğu bir vakayı hikâye etti. İnsan aklının kavrayamayacağı cinayet ve alçaklıkları canlandıran bu olayın, arz küresi üzerinde ancak yalnız Moskofların yapacağına hiç şüphe yoktur. Yüzbaşı, vakayı hikâye ederken hepimizin tüyleri ürperiyor ve gözlerimizden üzüntü ateşleri fışkırıyordu. Bu çok acı vaka şu idi: Rus Avrupasında bulunan "Perza" isimli şehrin istasyonuna epeyce uzak bir mesafede bulunan diğer bir askeri istasyonun ücra bir köşesinde günlerce terkedilmiş iki furgonde (yani askeri nakliyatta hayvanlara mahsus kara yük vagonu) üzerlerinde kilitlenmiş yetmiş seksen kadar esir Türk eri, aç ve susuz bırakılmış ve bu biçareler bu kilitli, pis vagonlar içerisinde günlerce devam eden feryatlarına hiçbir insanın kulak asmamış olması yüzünden inliye inliye ölmüşlerdi. İşte Moskofların Türk esirlerine karşı Dünyada örneği görülmemiş canavarlıkları....


***


“Trenimiz bu istasyonda dururken vagonda yanımızda yolculardan bir Moskof kadını vagonun bir köşesine yerleşmiş oturuyordu. Bu kadın elindeki çaydanlığı bana uzatarak, âmirane bir tavır ile "Bu çaydanlığa su doldur. İşte şurada sıcak su yeri" diyerek istasyonun yakınındaki "Kiyiyatuk" denilen sıcak su veren yeri gösterdi. Bizim hal ve tavrımızdan bizleri gerçekten fakir ve hakir gören bu kadının, bu muamelesine karşı sükût ederek sabır ve tahammülle gidip çaydanlığına sıcak su doldurdum. Kadın küçük bir teşekküre bile tenezzül etmeyerek çaydanlığı aldı. Ben de bu fena muameleyi hazmederek ses çıkarmadım. Çünkü vatan ve dinime hizmet yolunda düştüğüm girdaptan kurtulabilmek ve giriştiğim firar mücadelesinde muvaffak olabilmek için herşeye göğüs germek, her türlü zorluk ve tehlikeyi kabul etmek lazımdı. O kadın hiç bilmiyordu ki karşısında Türk Ordusunun naçiz bir parçası olan bir paşası (generali) ile bir yarbayı bulunuyor ve bunlar Kafkas büyük felaketinde, kaderin şevkiyle düştükleri bu cehennemden kurtulmak tekrar millî vazifelerini yapmak için çabalıyorlardı. Çöl eşkiyalarına av olmak ve hamiyet sahibi insanların sadakalarına muhtaç duruma girmek ve Moskof canavarlarının zalim pençelerinden kurtulmak için uğradığımız ve geçirmekte olduğumuz macera düşünülünce arkadaşımla beraber cidden acınacak halde idik. Fakat gayemiz ve imanımız Ulu Tanrı nezdinde pek makbul görülmüş olmalı ki, çıkan her türlü zorluklar, aksiliklerde bizleri elimizden tutup harika bir biçimde selamete çıkarıyordu.”


***


“Kahvehanenin içerisinde, karşılıklı yüksek sedirler üzerinde bir takım insanlar horultu ile uyuyorlardı. Bunlar da bizim gibi fakir yolculardı. Hemen hepsi anadan doğma soyunmuşlar ve üzerlerine yorgan yerine palto ve ceket gibi eşyalarını örtmüşlerdi. Çin’de yatarken bütün elbiselerini soyunmak âdettir. Oturulan ve yatılan sedirlerin altında özel olarak yapılmış tertibat ile odun yakılarak ısınma sağlanır. Sedirlerin üzeri hasır örtülür. Bu suretle bu yerlerde âdeta kaloriferli gibi rahat yatılır.”


***


“Esaretimizin başından beri en kara günlerimize, en emin desteğimizin din kardeşlerimizden geleceğine olan inancımı hiç kaybetmemiştim. Sibirya'dan Moskof memurlarının zalim pençelerinden kurtulma başarımızı İslâmiyete olan bağlılığımın eseri olarak kabul ediyorduk ki çok zamanlarda aç kaldığımız günlerde bize birer lokma ekmek veren hep Müslüman kardeşlerimiz olmuştu. En sert soğuklar, amansız yağmurlar ve rüzgârların tahrip edici tesirleriyle ve perişan elbiselerimizin içinde titreyen ve zedelenmiş vücutlarımızı korumak için bize çamaşır ve elbise verenler de bu kardeşlerimizdi.”


***


“İngilizlerin egoistliği ve dünyada İngiliz milletinden gayri insanlara pek kıymet vermemek zihniyetiyle olsa gerek, okunan isimlerin hangi milletten olduğunu bile farkedemiyen bu subayın kontrolundan doğabilecek tehlikeyi kolayca geçirmiştim.”


***


“İstanbul’a gelişimin ertesi günü, o zamanın Baş Kumandan Vekilini (Enver Paşa) makamında görmeğe gittik. Fedakârlığımıza ve firara muvaffak olmamıza ve maruz kaldığımız tehlike ve çektiğimiz zahmet ve meşakketlere karşı gösterdiğimiz mukavemetimiz hakkında metheden sözlerle bizleri tebrik ettikten sonra "Bir hafta kadar istirahat etlikten sonra yeni bir kumandanlık vazifesine tayin edileceğimiz" beyan buyruldu. Kendisine, bu defa "Kumandanlık" ile değil, sade bir er olarak bile vatan görevimizi yapmaya amade olduğum" cevabını verdim.

Bir hafta sonra idi ki, "Esir olmanın ilk ayında emekliye sevkedilmiş olduğumu" bununla beraber bir mülkî (sivil) vazife ile görevlendirileceğim" haberi bir vasıta ile tebliğ edildi. Bu anda aylardan beri beslediğim ümitlerim ve emellerim alt üst oldu. "Vatan ve vazife uğrunda seve seve katlandığım bunca fedakârlığın mükâfatı bu mu olacaktı?" düşünceleriyle varlığım baştan sona kadar zehirlenmişti. Bir taraftan emekli olduğum haberi verilirken, diğer taraftan da bana "Düşman karşısında gösterdiğim olağanüstü cesaret ve kahramanca hizmetime" mükâfat olarak "Altın Liyakat Madalyası" veriliyordu. Ne garip muamele !!!

“On iki gün fasılasız devam eden "Sarıkamış Harekâtının en ufak ayrıntısına pervasızca müdahale ve sertçe karışmayı uygun görerek, bütün safhalarını o zamanın Baş Kumandan Vekili bizzat idare etmişti. Öyle bir idare ki Kolordu’mun bütün emir ve komutasını inhilale uğratmış ve hangi derecede olursa olsun komuta kademelerinin kıymetini, emir erliği hizmeti düzeyine indirerek böylece kullanmış ve büyük bir meydan muharebesini, bir çete çarpışmasına döndürmüş idi. Harekâtın başında olduğu gibi son günlerinde de ortaya çıkan elverişsiz durum ve şekillerin tashih ve tamiri ve zararın azaltılması için kendisine sunulan fikir ve düşünceleri dinlememekte büyük bir inat gösteren ve bütün iş hareketlerinde kendisini tamamen sorumsuz Baş Kumandan, başlayıp da doğru ve açık neticeye ulaştırmaya mecbur olduğu "Sarıkamış Harekâtı"nın en vahim son safhasında kumandayı hemen arkadaşlarından birisine devrederek ve gecenin karanlığından yararlanarak ve nefsini kurtarmak için kılıçtan arta kalan (savaşta ölmeyen) askerlerini de feda ederek muharebe meydanından savuşmuş idi.

Binaenaleyh, esaret felâketimin sebep ve amillerini tamamen ve yakından bilen ve esirlikten ansızın dönmüş olmamdan hiç de memnun kalmayan O Baş Kumandan, kamuoyuna karşı yaptıklarının günahını örtmek maksadıyla olsa gerek ve hiç bir kanunî sebep göstermeksizin beni emekliye sevk etmişti.

“Zulüm ve tam istibdadın hakim olduğu böyle bir zamanda, bir ast olarak sükût ile mukabele etmeyi ve hakkın doğmasını bekleyerek sabretmeyi selamet yolu olarak buldum.”