Geçmiş medeniyetlere bir göz atıldığında, hemen hepsinin çöküşü, İrem barajına musallat olan fare gibi, ahlâkî bir kemiriciye bağlanabilir. Ahlâksızlıkla sessiz sessiz toplum değerlerinin altı oyulurken bazen hiçbir şey hissedilmeyebilir. Hissedilince de iş işten geçmiş olur; tıpkı çok duyarlı olduğumuz noktalara metastaz yapacağı ana kadar kanseri fark edemediğimiz gibi.. öyle ki çok defa onu fark ettiğimiz an, ötelere yolculuk da başlamış olur. Ferdî bünyede kanser ne ise, milletlerin hayatında da ahlâksızlık aynı şeydir. Başta devleti idare edenler, sonra da aile reisleri, maarifçiler ve topyekün millet böyle bir ahlâkî çözülüşe karşı gafilse, topyekün millet gümbür gümbür yıkılır gider de, bunları ihtimal millî kıyametin tarrakaları bile uyarmaz. Kimbilir belki de bazıları, hayat buymuş diye, enkaz içinde barınan varlıklar gibi onu da tabiî kabul ederler. Evet, tarih boyu, yıkılışların temelindeki sebeplere inildiğinde genel olarak şunlar görülür: Gençlerin bohemleşmesi ve bu serâzâd ruhlarda behîmî hislerin yaşanma arzusu ve şehevânî duygulara inhimak.. toplumun dünyayı esas maksat yapıp, ahireti unutması, Allah’tan uzaklaşıp Kur’ân’a sırt çevirmesi.. yüreklerden mehâfet ve mehâbet hissinin silinip her şeyin cismâniyete incirar ettirilmesi… Osmanlı’ya kadar pek çok devletin yıkılışında bu unsurların hemen hepsi söz konusudur.
Çekirdekten Çınara
Çekirdekten Çınara