Kur’ân-ı Kerim’de, bu âyette olduğu gibi daha başka bazı âyetlerde de Allah’ın hile ve tuzağından söz edilir. Bu âyetler, bir açıdan bir mukabele ifade ettiği gibi, bundan daha da öte, mü’minlere karşı girişilen hilelerin, kurulan her tuzağın esasen Allah’ın onu kuranlara karşı kurduğu bir ‘tuzak’ olduğunu beyan içindir. Yoksa bunu sadece Allah’ın hile ve tuzaklara mukabelesi olarak anlamak, Cenab-ı Allah’ı tepkici bir konuma yerleştirme manâsı ifade edecektir. Söz gelimi, Firavun’un Hz. Musa ve yanındaki mü’- minleri yakalamak için ordularıyla onların peşine düşmesi, onun Hz. Musa ve yanındaki mü’minlere karşı bir tuzağı idi. Oysa Allah (c.c.), onu ordularıyla birlikte denizde boğmayı diliyordu ve dolayısıyla Firavun’un bu teşebbüsü, temelde Allah’ın onu kendi nihaî kaderine doğru bir sevkiydi. Bunun gibi, Mekke müşrikleri Peygamber Efendimiz’i evinde öldürmek için harekete geçtiklerinde aslında Allah, O’na İslâm’ın zaferine giden hicret yolunu açıyordu. Yine, Mekke ordusu, İslâm’ı Medine’de boğmak için harekete geçmişti. Oysa Kur’ân-ı Kerim, onlarla Bedir’de karşılaşmaları konusunda mü’minlere hitaben, Eğer onlarla bu şartlarda savaş için randevulaşmış olsaydınız, bu zemin ve şartları böyle ayarlayıp, randevuyu yerine getiremezdiniz. Fakat Allah, takdir buyurmuş olduğu bir işi icra etmek için sizi bu şekilde buluşturdu ki, her şey apaçık cereyan etsin de, helâk olan, (bâtıla uymakla helâki hak ettiğini gösteren) açık bir delile göre helak olsun; (hakka tabi olmakla) hayatta kalmayı, ebedi hayat ve kurtuluşu hak eden de açık bir delile göre hak etsin buyurmaktadır. (Enfâl Sûresi/8: 42). Şu halde, mü’minlere karşı kurulan tuzaklar, esasen, bizzat Allah’ın o tuzakları kuranlar aleyhindeki iradesini uygulamaya koyması olmaktadır.