Nasıl ki, İslâmiyet’in dünyaya yayılmasıyla pek çok inanışlar, felsefeler ve kültürler İslâm bünyesi içine girdi ve onların tesiriyle yetmiş iki mezhebin bir nevi temelleri atılmış oldu. Hint’ten Yemen’den, Acem’den Çin’den, Yunan’dan Turan’dan yeni anlayışlar, Mutezile, Cebriye, Mürcie, Müşebbihe gibi mezheplerle İslâmiyet’in temel akîdesine uymayan düşünceleri doğurdu. Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat olarak büyük ana gövdenin korunması için âyet ve hadis temelli ana esaslar tespit edilip tahkim edildi... Aynı şekilde Mudar lehçeli en güzel en orijinal Arapça üzerine nâzil olan Kur’ân, bu dili korudu. Ama İslâmiyet’in bu kadar milletler içinde yayılması, o millet mensuplarının iman ettikleri yeni dinin diline olan hayranlıkları veya hakim idarî gücün dilini öğrenme istek ve merakı, Arap lisanının içine aslî melekeyi bozacak unsurların girmesine sebep oldu. Onun için Arapçanın dilbilgisi kaideleri, bedî, beyan, meânî gibi ilimler yazıldı. Bununla beraber lafızperestlik hastalığı birçok yerde kendisini göstermeye devam etti.