Ey birader! Vakta ki, sırları keşfetme merakı bizi şu makama kadar getirdi; biz de seni beraber çektik, seni taciz ettik. Hem senin çok yorgun olduğunu da biliriz. Şimdi Unsuru’l-Belâgat ve mucizeliğin anahtarı olan “İkinci Makale”nin içerisinde seni gezdirmek istiyorum. Sakın o Makale’nin üslubunun muğlak, kapalı ve anlaşılmaz olması ve içinde görünen meselelerin elbiselerinin perişaniyeti seni temaşasından nefret vermesin. Zira kapalı ve anlaşılmaz hâle getiren, manasındaki dikkat, incelik ve kıymettir. Ve perişan eden ve zahirî ziynetinden müstağni eden, manasındaki zâtî ve aslî cemâl ve güzelliktir.
Evet, nazlanan ve istiğna gösteren nâzeninlerin mehirleri dikkattir. Menzilleri de kalbin süveydası yani basiret noktasıdır. Bunlara giydirdiğim elbise, zamanın modasına muhaliftir. Zira Doğu Anadolu mektebi denilen yüksek dağlarda büyümüş olduğumdan, alaturka terziliğe alışamadım. Hem de şahsın ifade tarzı, şahsın şahsiyetinin timsalidir. Ben ise, gördüğünüz veya işittiğiniz gibi, çözülüp anlaşılması zor bir muammayım.
***
***
Ey kardeş! Bu makaledeki latîf kanunlar, kullandığım şu perişan üsl.plardan uzak durup nefret etmesi senin kafanı karıştırmasın. Yani, “Eğer bu ebedî, kaide ve kanunlar iyi olmuş olsaydı, onları ortaya koyana bir belâgat vereceklerdi. Hem de güzel bir üslubu giymiş olacaklardı. Hâlbuki onları koyan ümm.dir. Üslûpları da perişandır.” gibi bir vehme kapılma. Böyle bir düşünceye önem verme. Zira bir fende, her bir ilim sahibi, onda sanatkâr olmak lâzım gelmez. Hem de ile’l-merkeziye (merkezçek) olan çekim gücü, ani’l-merkeziye (merkezkaç) olan itme kuvvetine galiptir. Çünkü kulağın, beyne yakınlığı
ve akıl ile de akrabalığı vardır. Hâlbuki, kelâmın kaynağı olan kalb ise, dilden uzak, yabancı ve ecnebidir. Hem de çok defa kalbin dilini tamamen anlamıyor. Bilhassa kalb bazen meselenin derin yerlerinden (kuyu dibinden gibi) bir tıntın ederse de dil işitemez, nasıl tercümanlık edecektir?!.