Sabah akşam “yeşil alanlar” yok oluyor, “zeytinlikler” yok oluyor diye feveran ediliyor. Halbuki betona mahkumuz.
Sanayi devrimini ıskalamışız, telekomünikasyon devriminin ancak iyi bir müşterisi olabilmişiz, tarımsal tohum devriminden haberimiz bile yok, uzay çağını belgesellerden takip ediyoruz...
Velhasıl elimizde “ekonomi motorunun çarklarını” çevirecek yegane sektör beton! Dolayısıyla ne yapıp edip “beton canavarını” beslemek zorundayız.
Bu canavarı beslemek için şehirleri, yeşil alanları onun doymak bilmeyen boğazına doğru atmak zorundayız. Üstelik bu bir siyasi tercih değil. Hükümet yarın “haklısınız ben yanıldım, beton canavarına hayır” dese memlekette tarihin en büyük krizi çıkacak. Çünkü Türkiye çarklarını döndüren “enerji” betondan geliyor. Yani, siyasete kızmak boşuna. Çünkü birisi çıkıp “beton işiyle olmaz” diye alternatif bir ekonomik kalkınma modeli peşinden gitse buna sabır gösterecek kimse yok.
Türkiye’de Menderes’ten beri bütün sağ liderler “ülke şantiyeye döndü” diyerek övünür. Ülkemiz bir türlü “laboratuvara”, “kütüphaneye” dönemedi. Altyapıya yatırım yapmak, insan yetiştirmek gibi uzun süre isteyen işlerden “kaytararak” beton kolaycılığına savrulduk. Bütün hayatı boyunca tasarruf ederek bu para ile “bir ev alıp hacca gitmeyi” hayatının en büyük amacı gören bir kamuoyu da beton merkezli ekonomiye sahip çıktı. Mesela geçen on yıl boyunca uluslararası sistem Türkiye’ye zaman ve para verdi. Bu zaman ve parayı biz memleketin ekonomisini dönüştürüp bir üst lige (mesela yazılım alanı) götürmek yerine bu zamanı ve parayı toprağa gömdük. Şimdi “hadi bismillah” diye ekonomik bir dönüşüm stratejisi geliştirsek memleketin en az on yıl hiçbir şey beklemeden sabredip beklemesi lazım. On yıl sabredecek insan var mı? Yok. Çünkü “beton canavarı” günlük yaşıyor. Türkiye ekonomisi “oradan al şuraya koy”, “buradan alıp öbür tarafa ekle” şeklinde bir günlük ekonomi haline geliyor.
Çare var mı? Görünen zaman içinde beton canavarından kurtulmaya dair bir işaret bile yok. İç borçlar bu kadar yüksek iken hiçbir “akıllı” siyasetçi “beton canavarına” karşı gelemez. Bu bir tür “eroin” gibi. Yapabileceğimiz tek şey dozu artırmak ve vücut iflas edene kadar bu yanlışı bir doğru imiş gibi devam ettirmek! Uzun lafın kısası betona mahkumuz ve bu mahkumiyet bir süre daha devam edecek.
Ekonomist Yaşar Erdinç’e göre “hane halkının inşaat şirketlerine olan borcunun en az 600 milyar en çok 1 trilyon TL arasında” olduğu hesaplanıyor. Bu ise Türk bankacılık sistemindeki bütün mevduattan daha fazla! Yani “beton canavarı” hasta olursa bütün bankalardaki parayı üstüne atsak fayda etmeyecek! Dolayısıyla artık “canavarı” öldürmek imkanımızın dışında onunla yaşamaya alışmamız lazım. Düşünsenize “rantı durdurursak” sistem duracak. İnsanlar işsiz ve belki aç kalacak. O yüzden “betona hayır” sloganı felsefi olarak doğru ama fiili olarak hayalperest bir slogandır. Çünkü artık iş işten geçti. Türkiye’nin ekonomik bir dönüşüm için ne parası ne zamanı var!
Gökhan Bacık
3 Aralık 2014