Friday, December 12, 2014

Vera


Lügat ve kâmuslarda; "uygunsuz, yakışıksız ve gereksiz şeylerden sakınmak, haram ve yasaklara karşı da, titiz davranmak, tetikte olma.. veya memnû' şeylere girme endişesiyle, bütün şüpheli hususlara karşı kapanma" mânâsına hamledilmiştir.

Bir ehl-i dil onu, "göz açıp-kapayıncaya kadar olsun Hak'tan gâfil olmamak.." bir diğeri, "hayatın her lâhzasında, O'ndan başka her şeye kapalı kalmak.." şeklinde tarif etmiştir.

Vera'ı hayat ve davranışlarını gerekli, lüzumlu ve ötelere uzanan şeylere kilitleyip, lüzumsuz, fânî ve zâil şeylerin gerçek konumlarını kavrama şuuruyla hareket etme şeklinde de yorumlayabiliriz.

Asr-ı Saadetle insanlığın tanıdığı vera', Tâbiûn ve Tebe-i Tâbiîn döneminde âdetâ semavîleşti ve her mü'minin gâye-i hayâli hâline geldi. Bu dönemde idi ki, Bişr-i Hâfî'nin kızkardeşi, Ahmed b. Hanbel'e gelerek: "Ya İmam! Ben çok defa dam üstünde iplik büküyorum.. bazen de devlet memurları ellerinde meşaleler oradan geçiyorlar ve elimde olmayarak o ışıktan da istifade etmiş oluyorum.. bu ipliğe haram karışıyor mu?" deyince, koca İmam hıçkıra hıçkıra ağlar ve "Bişr-i Hâfî'nin hânesine, şüphenin bu kadarcığı bile bulaşmış bir şey girmemeli." fetvasını verir.
Ve yine bu dönemde idi ki, gözü bir kere harama ilişen biri, bütün bir ömür boyu "günahım!" deyip feryât ediyordu. Evet bu dönemde idi ki, bilmeyerek haram bir lokmanın girdiği mide, istifrâa zorlanıyor ve bunun için günlerce gözyaşı dökülüyordu.
Yanlışlıkla cebine koyduğu başkasına âit bir kalemi, sâhibine ulaştırmak için Merv'den Mekke'ye yolculuk yapıldığını, bunlardan birinin kahramanı olan büyük muhaddis, üstün fakih ve derin zâhid İbnü'l-Mübârek anlatıyor.