Eski çağda matematik, astronomi ve tıb ilimlerindeki başarılarıyla ve derin felsefî düşünceleriyle kendini gösteren Hindistan, tarihçilerin ittifakla belirttiklerine göre, M. VI. asrın başlarında dinî ve içtimaî açıdan en aşağı seviyedeydi. Hayasızlık mabedlerde dahi öylesine yaygınlaşmıştı ki, artık ayıp bile sayılmıyordu. Çünkü bizzat din buna kutsal bir renk katmıştı.Kadının hiçbir önemi ve değeri yoktu. İffetinden söz edilemezdi. Bir adam karısını kumar masasında kaybedebilirdi.Kocası ölen kadın diri diri toprağa gömülme tehlikesiyle karşı karşıya kalır, evlenemez ve hiçbir şekilde saygıya lâyık görülmezdi. Kocalarının ölümünden sonra dul kalan kadınlar, kötülüklerden ve dünya hayatının mihnetinden kaçmak ve kocalarına olan bağlılıklarını göstermek düşüncesiyle kendilerini yakarlardı. Bilhassa asîl sınıflar ve aristokratlar arasında iyice yaygınlaşmış olan bu âdet, İngiliz istilâsına kadar devam etmiştir.
Hindistan, komşularından ve yeryüzündeki diğer ülkelerden, sınıflar arasındaki korkunç uçurumlar ve insanlar arasındaki ayrıcalıklarıyla temayüz etmiştir. Bu, merhamete yer vermeyen çok katı bir nizamdı. Din ve akideyle takviye edilen ve istilâcı âsîlerin, dînî ve mukaddes duyguları sömüren Brahmanlar’ın çıkarlarına hizmet eden bu nizam, miras yoluyla geçen sülâle hakimiyetine dayalıydı. Meslek ve san’at esası üzerine kurulmuştu. Siyasî, medenî ve dinî ilkelere bağlı olarak çıkarılan bu kanun, Hindistanlı din adamları tarafından hazırlanmıştı. Hind toplumunda herkesin kabul ettiği ve bir hayat düsturu olarak benimsediği bu kanun, Hind halkını dört sınıfa ayırıyordu:
1. Kâhinler ve din adamları sınıfı (Brahmanlar)
2. Muharipler ve askerî sınıf (Kshatriyalar)
3. Tarım ve ticaretle uğraşanlar sınıfı (Vaikyalar)
4. Hizmetçiler sınıfi (Çudralar)
Bu sonuncusu en aşağı sınıftı. Kâinatın yaratıcısı onları ayaklarından yaratmıştır. Bu sebeple onlar öteki üç tabakayı hizmet etmek ve onları asude kılmakla mükelleftirler. Bu kanun Brahmanlara hiçbir kimsenin kendilerine ortaklık edemeyeceği bir makam ve mevki kazandırmıştır. Brahman, günahları ve amelleriyle diğer üç zümreyi yok etse bile suçsuzdur. O bütün günahları bağışlanmış bir insandır. Ona, vergi tahakkuk ettirilmesi caiz değildir. Hiçbir zaman ölümle cezalandırılamaz. Fakat hizmetçiler (çudralar) sınıfının mal yığmaları ve para biriktirmeleri, Brahman sınıfından biriyle oturmaları veya ellerini ona dokundurmaları, mukaddes kitapları okumaları yasaktır.
Hindistan parçalanmıştı ve anarşi içindeydi. Yönetim, sayılan yüzleri bulan emirlikler ve hükümetlerin elindeydi. Savaşlar ve çekişmeler ülkeyi zayıflatıyordu. Karışıklıklar, kötü idare, emniyetsizlik, halkın işlerinin ihmali ve istibdad, ülkeyi bir karanlığın içine itiyordu. Hindistan sanki ayrı bir âlemde yaşıyordu. Örf ve adetlerdeki donukluk ve aşırılık, sınıflar arasındaki derin ayrılıklar, kan ve soy taassubu, ülkenin idaresine hâkimdi. Hind üniversitelerinden birindeki Hindu bir tarih hocası, İslâmiyet’in Hindistan’a girişinden önceki asırdan bahsederken şöyle diyordu:
“Hind halkı dünyadan kopmuş ve kendi içine kapanmıştı. Dünyanın vaziyeti hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Bu cehalet, onların içinde bulunduğu durumun en kötüsüydü. Sonra içlerinde bir donukluk belirdi. Duraklama ve çöküş emareleri doğdu. Bu devirdeki edebiyat tamamen ruhsuzdu. Mimarî, resim ve diğer güzel sanatlardaki durum da bundan farksızdı.”
Hind toplumu hareketsiz ve cansız bir toplumdu. Sınıflar arasında derin uçurumlar, aileler arasında çirkin ayrıcalıklar vardı. Dul kadınların evlenmesini hoş karşılamıyorlar, yeme ve içmede nefslerine zulmediyorlardı. Paryalar ise kendi belde ve şehirlerinin haricinde sıkıntı ve ıstırap içinde yaşıyorlardı.