Friday, January 31, 2014

Onur Kültürü


Onur kültürleri Sicilya ya da İspanya’nın Bask Bölgesi gibi dağlık bölgelerde ve diğer verimsiz alanlarda kök salmak eğilimindedir. Açıklamaya göre, eğer kayalık dağlarda yaşıyorsanız ürün ekip biçemezsiniz. Büyük olasılıkla koyun ya da keçi yetiştirirsiniz ve hayvancılık çevresinde gelişen kültür tarım çevresinde gelişen kültürden çok farklıdır. Bir çiftçinin hayatta kalması toplumdaki diğer insanlarla işbirliğine bağlıdır. Oysa hayvancılıkla uğraşan kişi özgürdür. Ayrıca çiftçiler geceleri geçim kaynağının çalınabileceğinden kaygı duymazlar, çünkü bir hırsız tarladaki bütün ekini kendi başına biçmeyi göze almadıkça ürünler kolay kolay çalınamaz. Oysa hayvancılık yapan, bu konuda kaygılanmak durumundadır. Sürekli hayvanlarını yitirme tehdidi altındadır. Bu nedenle de atak olmak zorundadır: Sözleriyle ve davranışlarıyla güçsüz olmadığını açıkça ortaya koymak zorundadır. Adına sanına yönelik en küçük bir meydan okuma karşısında bile savaşmaya hazır ve istekli olmak zorundadır ve “onur kültürü” denilen şey de işte bu anlama gelir. Bu bir adamın adının sanının, geçim kaynağının ve kişisel değerinin merkezinde olduğu bir dünyadır.

Genç çobanın adının sanının gelişimindeki kritik an onun ilk kavgasıdır” diyor etnograf J. K. Campbell Yunanistan’daki çobanlık kültürünü kaleme alırken. 

Kavgalar mutlaka insan içinde gerçekleşir. Bir kahvede, köy meydanında, en çok da otlak sınırında yaşanır; şöyle ki bir çoban bir diğer çobanın sürüden ayrılmış olan koyununa taş atar ya da küfür savurur ve bu davranış koyunun sahibi olan çoban için kaçınılmaz olarak şiddet içeren bir karşılık gerektiren bir tehdittir.

O halde Appalaşlar’daki durumun nedeni neydi? Bölgenin ilk sakinlerinin kökeniydi. Amerika’nın ıssız bölgeler denilen eyaletleri –Pennsylvania sınırından güneye ve batıya doğru gidildiğinde Virginia ve Batı Virginia’ya, Kentucky ve Tennessee’ye, Kuzey ve Güney Carolina’ya ve Alabama ve Georgia’nın kuzey ucuna kadar olan bölgeler– ezici çoğunlukla kökeni dünyanın en vahşi onur kültürlerinden biri olan göçmenler tarafından mesken edinilmişti. İskoçya-İrlanda kökenliydiler; yani, İskoçya’nın alçak arazilerinden, İngiltere’nin kuzey bölgelerinden ve Kuzey İrlanda, Ulster’den gelmişlerdi.

Bilinen adıyla, sınır bölgeleri, yüzyıllar boyunca kavgalara sahne olmuş, kuş uçmaz kervan geçmez ve yasa tanımaz alanlardı. Bölge halkı şiddeti iyi biliyordu. Bu insanlar kayalık, verimsiz topraklar üzerinde hayvancılık yaparak kıt kanaat geçinmeye çalışıyorlardı. Çevrelerindeki acımasızlık ve karmaşaya sıkı aile bağları yaratarak ve kan bağına duydukları sadakati her şeyin üzerinde tutarak karşılık veren kabile özelliklerine sahip insanlardı. Kuzey Amerika’ya göç ettiklerinde de Amerika’nın içlerine, Harlan gibi, kuş uçmaz kervan geçmez, yasa tanımaz, kayalık ve verimsiz yerlere taşınmışlardı; bunlar Eski Dünya’da yaratmış oldukları onur kültürünü Yeni Dünya’da da yaşatmalarına izin veren yerlerdi.

Amerika’nın ıssız bölgeleri, ilk yerleşimciler için tehlikeli bir ortamdı, tıpkı Britanya’nın sınır bölgeleri gibi” diyor tarihçi David Hackett Fischer Albion’s Seed kitabında.

Güneydeki dağlık bölgelerin büyük bölümü, oturmuş bir devlet yönetiminden ya da hukukun üstünlüğünden yoksun, tartışmalı bir sınır bölgesi anlamında “birden fazla tarafın hak iddia ettiği topraklar”dı. Sınır bölgesinde yaşayanlar, aile sistemlerine, savaşçı etiklerine, tarım ve hayvancılık ekonomilerine, toprak ve mal varlığına yönelik tavırlarına ve işe ve güce ilişkin fikirlerine çok uygun olan bu anarşik ortamda kendilerini diğerlerinden daha çok yurtlarında hissediyordu. Sınır kültürü bu ortama o kadar iyi uyum sağlamıştı ki diğer etnik gruplar da onu taklit etme eğilimi gösterdi. Kuzey Britanya sınırlarının yaşam felsefesi bu “karanlık ve kanlı zemin”e egemen olageldi; kısmen sayıların gücüyle, ancak özellikle uygarlaşmamış ve tehlikeli bir dünyada hayatta kalmanın yollarından biri olduğu için.

Bir onur kültürünün zaferi, Amerika’nın güneyinde suç modelinin neden her zaman bu kadar belirgin olduğunu açıklamaya yardımcı oluyor. Orada cinayet oranları ülkenin geri kalanında olduğundan daha yüksek. Ancak –hırsızlık gibi– mala yönelik suçlar ve “yabancı” suçları daha düşük. Sosyolog John Shelton Reed’in kaleme aldığı gibi “Güney’de yoğunlaşmış görünen cinayetler hem katil hem de kurban tarafından bilinen nedenlerle birinin (sıklıkla bu bir kadındır) tanıdığı biri tarafından öldürüldüğü cinayetlerdir.” Reed ekliyor: “İstatistikler gösteriyor ki anlaşmazlık ve zinadan kaçınabilen Güneyli, diğer herhangi bir Amerikalı kadar güvende, hatta büyük olasılıkla onlardan daha da güvende.” Issız bölgelerde şiddet ekonomik kazanımla ilgili değil. Kişisel. Onurunuz için savaşıyorsunuz.

Yıllar önce güneyli gazeteci Hodding Carter genç bir adamken bir jüride görev yaptığını anlatmıştı. Reed olayı şöyle anlatıyor:

Jüri önündeki dava, bir dolum istasyonuna komşu olan sinirli bir bey-efendiyle ilgiliydi. Uyarılarına ve nam salmış öfkesine karşın, aylarca, istasyon çalışanlarının ve çevrede dolanan her tür alaycının çeşitli şakalarına hedef olmuştu. Bir sabah av tüfeğinin her iki namlusunu ona eziyet edenlerin üzerine boşaltarak birini öldürdü, bir diğerini kalıcı biçimde sakat bıraktı ve üçüncü bir kişiyi de yaraladı… Kuşkulu bir yargıç jürinin “oylarını aldığında, Carter “suçlu” diyen tek jüri üyesi oldu. Diğerlerinden birinin ifadesiyle “Onları vurmuş olmasaydı, çok iyi bir adam sayılmazdı, arkadaşlar.

Ancak bir onur kültüründe, sinirli bir beyefendi kişisel bir tehdide uygun bir karşılık olarak bir insanı vurmayı düşünebilir. Ve ancak bir onur kültüründe bir jüri –o koşullar altında– cinayetin suç olmadığını düşünebilir.

Farklı kültürel gruplar hakkında bu tür kapsamlı genellemeler yapmak konusunda çoğu kez –haklı olarak– tedbirli davrandığımızın farkındayım. Irksal ve etnik stereotipler böyle bir form alıyor. Etnik geçmişlerimizin kölesi olmadığımıza inanmak istiyoruz.

Ancak basit gerçek şu ki on dokuzuncu yüzyılda Kentucky’deki o küçük kasabalarda neler olup bittiğini anlamak istiyorsanız, geçmişe gitmek zorundasınız ve sadece bir iki kuşak geriye gitmekle kalmamalısınız. İki yüz, üç yüz, dört yüz yıl geriye, okyanusun diğer kıyısındaki bir ülkeye gitmek ve o“ülkenin çok spesifik bir coğrafi bölgesinde yaşayan insanların geçinmek için tam olarak ne yaptıklarına yakından göz atmak zorundasınız. “Onur kültürü” hipotezine göre, nereden geldiğiniz, sadece sizin nerede büyüdüğünüz ya da anne babanızın nerede büyüdüğü anlamında değil, büyük büyük anne babanızın ve büyük büyük büyük anne babanızın, hatta büyük büyük büyük büyük anne babanızın nerede büyüdüğü anlamında da önemli. Bu garip ve güçlü bir gerçek. Yine de işin sadece başlangıcı, çünkü daha yakından incelendiğinde, kültürel mirasların daha da garip ve daha da güçlü olduğu ortaya çıkıyor.