Modern çağın en önemli hastalıklarından biri de tenkitçiliktir. İspatın delil, düşünme, muhakeme ve çalışma istemesi, müsbet hareketin, tamir ve inşânın nefse rağmen olması ve inanmanın nefse bazı sorumluluklar yüklemesi gibi sebeplerle Din’de lâkayt veya başını ondan çıkarmak isteyen, rahatını arayan, düşünme, muhakeme ve gayretten yoksun, bilhassa garazkâr veya kin ve nefretten beslenen insanlar, Din’i, Din’in bazı meselelerini, olmazsa dindarları, Din’e hizmet edenleri tenkitle nefislerini güya temize çıkarma, haklı ve hatasız görüp gösterme gayretine girmektedirler. Hz. Bediüzzaman (r.a.), maddeciliğin manevî bir veba olduğunu ve bilimcilik zihniyetinden kaynaklanan telkinin, medeniyetin veya medenîleşme arzusunun yol açtığı taklidin ve hürriyet ya da hür düşünce iddiasının sebep olduğu tenkidin bu vebayı yaygınlaştırdığını ifade eder. O, bir başka yerde tenkitçilikle alâkalı olarak şu müthiş tesbitte de bulunur: “Tenkitçi adamın hali ve tavrı şudur: Kendisiyle karşısındakini bir terazinin iki gözüne kor. Terazide ağır basacak meziyet ve fazileti olmadığı için tenkitle karşı tarafı hafif göstermeye çalışır.”
Günümüzde “eleştirel düşünce” adına bu tenkitçilik tavrı alabildiğine yaygındır. Kendisine yargıç makamı biçen ve herkesi, her şeyi tenkit etme mevkiinde görenler, eleştirel düşünce adına ortada kabûl edilecek hakikat, tutunacak dal bırakmamakta, buna karşılık, kabûl edilecek başka bir hakikat ve tutunacak başka bir dal da gösterememektedirler. “Hür düşünme, hür düşünceli olma” adına Batı’dan gelen ve öncelikle Din’e, dinî hakikatlere karşı geliştirilen bu akım, aydın olma felsefesinin de temelini oluşturmaktadır. Dolayısıyla, aydın olma ile tenkit bir bakıma aynı manâya gelir olmuştur.
Bediüzzaman, tenkit hakkında bir başka yerde de şunları söyler:
En müthiş maraz ve musibetimiz, cerbeze ve gurura dayanan tenkittir. Tenkidi eğer insaf bile işletse, hakikati rendeler. Onu eğer gurur istihdam etse, bu defa hakikati tahrip eder, parçalar. O müthişin en müthişi, tenkidin iman hakikatlerine ve dinî meselelere yol bulmasıdır. Zira iman, hem tasdik, hem iz’an, hem iltizam (taraftarlık gösterme, tutma), hem teslim ve imtisal (tutunma, tatbik), hem manevî timsal (kalbi ve hayatı şekillendirme)dir. Şu tenkit, imtisali, iltizamı, iz’anı kırar. Tasdikte de bîtaraf kalır. Bilhassa şu tereddüt ve evham zamanında (bırakın tenkidin imanî ve dinî meselelere yol bulmasını,) iz’an ve iltizamı besleyip takviye eden nuranî sıcak kalblerden çıkan müsbet düşünceleri ve teşvik edici açıklamaları hüsn-ü zan ile karşılamak ve görmek gerekir. İmanî gerçekler hususunda “bîtarafane muhakeme” (objektif değerlendirme) dedikleri şey, geçici bir dinsizliktir. Ona ancak sözkonusu gerçeklere yeni baştan müşteri olmak isteyen başvurur.
Hz. Bediüzzaman, özellikle dindarların, Din’e hizmet edenlerin, birbirlerini, kardeşlerini tenkitten şiddetle kaçınmaları gerektiğine dikkat çeker ve Müslümanlar içinde ehl- ilim ve ehl-i diyanetin hem de müthiş yılanların hücumu zamanında sineklerin ısırması gibi basit kusurları bahane ederek birbirlerini tenkitle zındık münafıkların tahriplerine ve kendilerini onların elleriyle öldürmelerine yardımcı olduklarından yakınır.