Parçada bulunmayan, bütünde bulunur; dolayısıyla bütünde olan her şey, parçada aranmaz.
Eşya arasında küll-cüz’ (bütün–parça) ve küllî-cüz’î (tümel–tikel) münasebeti vardır. Yani, kısmî irade ve şuur sahibi olan hayvanlarda, özellikle şuur ve iradeden tamamıyla mahrum bulunan bitkilerde fertler türü temsil eder. Dolayısıyla, küll, yani bütün olan tür ile cüz’ yani parça olan fertleri arasında küllî-cüz’î münasebeti söz konusudur. Fert türü veya topluluğu, parça bütünü temsil ediyorsa, bütünde olan parça veya fertte de varsa, ikisi arasındaki münasebet, küllî-cüz’î münasebetidir. Buna karşılık, meselâ insanın azaları veya organları insanı temsil etmez, ancak insandan bir parçadır. Şuur ve irade sahibi olan insan fertleri arasında temel ihtiyaçlar, bunların karşılanması, doğma–büyüme–çoğalma–yaşlanma–ölme gibi hayat gerçekleri ve safhaları ve genel biyolojik yapı gibi hususlarda ortaklık vardır. Fakat ayrıntılara inildiğinde, DNA’larından parmak uçlarına ve saç kıllarına kadar her bir insan ferdi diğerinden farklı olduğu gibi, kabiliyet, kapasite, tercihler, dünya görüşü gibi pek çok hususta ise her fert ayrı bir dünyadır. İşte, insanın aza ve organları vücuttan birer parça olup, vücudu temsil etmedikleri gibi, her bir insan ferdi de, insan türünü her ne kadar bütün insanlarda ortak özellikler açısından temsil etse de, her açıdan temsil etmez. Temsil etmediği için de bütünde olan, her zaman parçada bulunmaz. İşte, parça ile bütün arasındaki bu birbirini tam temsil etmeme, sadece bütün ve ondan bir parça olma münasebeti ise, küll (bütün)–cüz’ (parça) münasebetidir.
Eşya arasında bütün–parça münasebeti söz konusu olup, parça bütünü temsil etmiyor, bütünde olan parçada bulunmuyorsa, bu durumda bütünden beklenen parçadan beklenmez ve parçada bulunmayan, bütünde bulunur, bulunabilir. Bu husus, özellikle toplum hayatında insanlar arasındaki yardımlaşma ve işbirliği konusunda önemlidir. Her insan, her mesleğin gerektirdiği kabiliyete sahip olamaz. Bir insan, en fazla iki üç meslek, fen ve zenaat dalında ihtisas sahibi olabilir. Dolayısıyla bu gerçek, insanlar arasında yardımlaşmayı ve işbirliğini gerekli ve kaçınılmaz kılar. Buradan hareketle, bir cemaat içinde bulunan, bir müessesede vazife yapan ve ortak bir hedef istikametinde çalışan insanlar, aralarında istişare, dayanışma ve yardımlaşmaya önem vermeli, böylece birbirlerinin eksiklerini tamamlayarak eksiksiz bir bütün oluşturmaya çalışmalıdırlar. Benzer şekilde, meselâ Kur’ân tefsiri, hemen hemen bütün dinî, beşerî, pozitif ilim dallarında uzmanlık seviyesinde ilim gerektirir. Bu da, iyi bir Kur’ân tefsirinin, her ilim dalında en azından bir uzmanın yer aldığı bir âlimler heyeti tarafından yapılabileceğini gösterir.