Koltuk çok
rahattı. Ne fazla yumuşak, ne de fazla sertti; başımın altına koyduğum yastığın
sertliği de tam kıvamındaydı. Hesap için gittiğim yerlerde, mola saatim
geldiğinde o yerdeki koltuklarda dinlenirim, ama koltuklar asla rahat olmaz.
Çoğunlukla gelişigüzel satın alınmış koltuklardır. Görünüşü güzel, pahalı
olduğu belli olan koltuklarda bile, uzanıp baktığımda, hemen her seferinde
hayal kırıklığına uğrarım. İnsanların koltuk seçiminde neden o kadar özensiz
davrandığını bir türlü anlayamam.
Koltuk seçiminin,
sahibinin kalitesini gösterdiğine –bu tamamen bir önyargı sanırım– eminim.
Koltuk hafife alınamaz; başlı başına bir dünyadır. Fakat bunu iyi bir koltukta
oturarak yetişmiş insanlardan başkası anlayamaz. İyi kitap okuyarak büyümekle
iyi müzik dinleyerek büyümekten hiç farkı yoktur bunun. İyi bir koltuk, bir
diğer iyi koltuğu doğurur, kötü bir koltuk, başka bir kötü koltuğu doğurur.
Ben, lüks
arabalarda dolaşırken, evlerine ancak ikinci, hatta üçüncü sınıf koltuklar
koyan insanlar biliyorum. O tür insanlara pek güvenemem. Evet, lüks bir
arabanın belirli bir değeri vardır, ama bu yalnızca pahalı bir araba demektir.
Parasını verdikten sonra, herkes satın alabilir. Fakat iyi bir koltuk alabilmek
için, o ölçüde beğeni, deneyim ve felsefe gerekir. Para harcanır, ama bu tek
başına yeterli değildir. Koltuğun ne olduğuna dair net bir imaj yoksa mükemmel
bir koltuğu elde etmek imkânsızdır.
Benim orada
uzandığım koltuk, her şeyiyle birinci sınıftı. Bu sayede, kendimi ihtiyara daha
yakın hissetmeye başladım.
**
Sandviç, normal
restoranlarda çıkan sandviçlerle karşılaştırıldığında, beş, altı porsiyon kadar
ediyordu herhalde. Üçte ikisini sessizce yedim. Uzun süre yıkamayla uğraşınca,
nedendir bilmem, karnım feci halde acıkmıştı. Salam, salatalık ve peyniri
sırasıyla ağzıma tıkıştırdıktan sonra, sıcak kahveyle mideme yolladım.
Ben üçüncüyü
bitirdiğimde ihtiyar daha ancak bir tane yiyebilmişti. Salatalık seviyor
gibiydi; ekmeği açıp salatalığın üstüne uygun miktarda tuz serpiyor, güçlükle
duyulan bir hıtırtıyla ısırıyordu. İhtiyarın sandviçini yerkenki hali, nedense
edepli bir cırcırböceğini andırıyordu.
“İstediğin kadar
yiyebilirsin” dedi ihtiyar. “Benim yaşıma gelince insan pek fazla yiyemiyor.
Biraz yiyip, biraz hareket edebiliyor ancak. Fakat gençlerin bol bol yemesi
gerek. Bol bol yiyip, şişmanlamalı. Millet şişmanlıktan pek hoşlanmıyor, ama
bence, bunun nedeni yanlış şişmanlamak. İşte onun için şişmanlık yüzünden
sağlıklarını, güzelliklerini kaybediyorlar. Fakat doğru şişmanlama durumunda
öyle bir durum asla ortaya çıkmaz. Yaşam dolu dolu bir hal alır, cinsel iştah
artar, beyin daha iyi çalışır. Ben de gençken şişmandım. Şimdi o halimden eser
kalmadı gerçi.
“Nasıl? Sandviç
çok güzel olmuş değil mi?”
“Evet. Çok
lezzetli” diye övdüm. Gerçekten lezzetliydi. Ben koltuk konusunda olduğu kadar,
sandviç konusunda da zor bir insanımdır, ama o sandviçler, benim standardımı
rahatlıkla aşabilecek ölçüdeydi. Ekmek taze ve pişkindi; çok keskin, temiz bir
bıçakla kesildiği belliydi. Sıklıkla gözden kaçırılabilen bir noktadır, ama iyi
bir sandviç yapabilmek için, iyi bir bıçak kullanmak mutlaka gereklidir. Ne
kadar kaliteli malzeme kullanılırsa kullanılsın, bıçak kötüyse lezzetli bir
sandviç yapmak mümkün değildir. Hardal kaliteli, marul taze, mayonez de ya el
yapımı ya da ona yakındı. Uzun zamandır ilk kez bu kadar lezzetli bir sandviç
yiyordum.