Thursday, April 14, 2016

Koltuk, Sandviç ve Şişmanlık



Koltuk çok rahattı. Ne fazla yumuşak, ne de fazla sertti; başımın altına koyduğum yastığın sertliği de tam kıvamındaydı. Hesap için gittiğim yerlerde, mola saatim geldiğinde o yerdeki koltuklarda dinlenirim, ama koltuklar asla rahat olmaz. Çoğunlukla gelişigüzel satın alınmış koltuklardır. Görünüşü güzel, pahalı olduğu belli olan koltuklarda bile, uzanıp baktığımda, hemen her seferinde hayal kırıklığına uğrarım. İnsanların koltuk seçiminde neden o kadar özensiz davrandığını bir türlü anlayamam.

Koltuk seçiminin, sahibinin kalitesini gösterdiğine –bu tamamen bir önyargı sanırım– eminim. Koltuk hafife alınamaz; başlı başına bir dünyadır. Fakat bunu iyi bir koltukta oturarak yetişmiş insanlardan başkası anlayamaz. İyi kitap okuyarak büyümekle iyi müzik dinleyerek büyümekten hiç farkı yoktur bunun. İyi bir koltuk, bir diğer iyi koltuğu doğurur, kötü bir koltuk, başka bir kötü koltuğu doğurur.

Ben, lüks arabalarda dolaşırken, evlerine ancak ikinci, hatta üçüncü sınıf koltuklar koyan insanlar biliyorum. O tür insanlara pek güvenemem. Evet, lüks bir arabanın belirli bir değeri vardır, ama bu yalnızca pahalı bir araba demektir. Parasını verdikten sonra, herkes satın alabilir. Fakat iyi bir koltuk alabilmek için, o ölçüde beğeni, deneyim ve felsefe gerekir. Para harcanır, ama bu tek başına yeterli değildir. Koltuğun ne olduğuna dair net bir imaj yoksa mükemmel bir koltuğu elde etmek imkânsızdır.

Benim orada uzandığım koltuk, her şeyiyle birinci sınıftı. Bu sayede, kendimi ihtiyara daha yakın hissetmeye başladım.
**
Sandviç, normal restoranlarda çıkan sandviçlerle karşılaştırıldığında, beş, altı porsiyon kadar ediyordu herhalde. Üçte ikisini sessizce yedim. Uzun süre yıkamayla uğraşınca, nedendir bilmem, karnım feci halde acıkmıştı. Salam, salatalık ve peyniri sırasıyla ağzıma tıkıştırdıktan sonra, sıcak kahveyle mideme yolladım.

Ben üçüncüyü bitirdiğimde ihtiyar daha ancak bir tane yiyebilmişti. Salatalık seviyor gibiydi; ekmeği açıp salatalığın üstüne uygun miktarda tuz serpiyor, güçlükle duyulan bir hıtırtıyla ısırıyordu. İhtiyarın sandviçini yerkenki hali, nedense edepli bir cırcırböceğini andırıyordu.

“İstediğin kadar yiyebilirsin” dedi ihtiyar. “Benim yaşıma gelince insan pek fazla yiyemiyor. Biraz yiyip, biraz hareket edebiliyor ancak. Fakat gençlerin bol bol yemesi gerek. Bol bol yiyip, şişmanlamalı. Millet şişmanlıktan pek hoşlanmıyor, ama bence, bunun nedeni yanlış şişmanlamak. İşte onun için şişmanlık yüzünden sağlıklarını, güzelliklerini kaybediyorlar. Fakat doğru şişmanlama durumunda öyle bir durum asla ortaya çıkmaz. Yaşam dolu dolu bir hal alır, cinsel iştah artar, beyin daha iyi çalışır. Ben de gençken şişmandım. Şimdi o halimden eser kalmadı gerçi.

“Nasıl? Sandviç çok güzel olmuş değil mi?”

“Evet. Çok lezzetli” diye övdüm. Gerçekten lezzetliydi. Ben koltuk konusunda olduğu kadar, sandviç konusunda da zor bir insanımdır, ama o sandviçler, benim standardımı rahatlıkla aşabilecek ölçüdeydi. Ekmek taze ve pişkindi; çok keskin, temiz bir bıçakla kesildiği belliydi. Sıklıkla gözden kaçırılabilen bir noktadır, ama iyi bir sandviç yapabilmek için, iyi bir bıçak kullanmak mutlaka gereklidir. Ne kadar kaliteli malzeme kullanılırsa kullanılsın, bıçak kötüyse lezzetli bir sandviç yapmak mümkün değildir. Hardal kaliteli, marul taze, mayonez de ya el yapımı ya da ona yakındı. Uzun zamandır ilk kez bu kadar lezzetli bir sandviç yiyordum.