Bir ateistin dine ihtiyaç duymadan da doğru bilgiye ve erdemli hayatı mümkün kılacak ahlakî değerlere ulaşabileceğini iddia etmesi yeni değildir.
Söz konusu iddianın yeni olmaması, dinin öğrettiklerinin geçersizliğine değil, aksine geçerliliğine işaret eder. Çünkü Mutezile veya Meşşailere göre akıl yoluyla bilinebilecek bilgi ve değerler evrensel ve ebedidirler ve bunlar başka kaynak ve yollarla dinler tarafından öğretiliyorsa da sonuçta hem aynı kaynaktan neş’et etmektedirler, hem de ortak paydada buluşmaktadırlar. Yine İşraki filozof Endülüslü İbn Tufayl’in roman kahramanı Hayy ibn Yakzan (uyanık oğlu diri), bebekken terk edildiği ıssız adada bilgi ve değerleri kendi insanî yetenek ve melekeleriyle elde etmişti. Olgunluk çağında insanların yaşadığı şehre inip de dil yoluyla iletişimi (konuşma: nutk ve mantık) öğrenince, hayretle peygamberlerin öğrettiği şeyleri kendisinin adada tek başına öğrendiğini görmüştü. Mutezile ve Meşşailerin değer ve bilgi doktrinleri, insanın kendi aklıyla elde edebileceği bilgi ve değerlerin ebedi ve evrensel oldukları ve dinî öğretiyle de örtüşme halinde bulundukları fikrine dayanıyor. Fakat, bu doktrinde bazı boşluklar olduğu görülür. Çünkü insanın mayasında bu değerlerin tohumları varsa, aksi yöndeki değerlerin tohumları da var demektir. Ebedi ve evrensel olan iyi değerler fıtratın bir boyutundadır, öbür boyutunda kötülükler de vardır, meknuz halde bulunmaktadırlar. Fıtrat böyle düzenlenmiştir. Sorun şudur: İyi değerler kötü olanlardan hangi kriterler kullanılarak ayırt edilecek, nasıl korunacak ve hangi yollarla ete kemiğe bürünüp hayatın şekillenmesinde rol oynayacak? Yardımsız ve yol göstericisiz kaldığında insan “şaşırabilir, karıştırabilir, tereddüde düşebilir, unutabilir veya doğru yoldan sapabilir” ki bu beş insanî illet “dalalet”in türevidirler.
Ali Bulaç, Zaman Gazetesi
Kaynak