Saturday, December 14, 2013

Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali [Ali Ünal] 17: Maide Suresi'nden 5 - Hz. İsa ve Hristiyanlık

“Encyclopaedia Britannica’da (14. baskı) ‘Hıristiyanlık’ maddesini yazan George William Knox, bu konuda şunları kaydeder:

Hıristiyanlığın düşünce kalıpları Yunan felsefesine ait olup, bunların içine bir de Yahudi öğretileri girmiştir. Bu şekilde kendine has bir bileşime sahip bulunuyoruz: İsa’nın şahsı üzerinde örülen ve yabancı bir felsefenin içinden akıp gelen Kitab-ı Mukaddes doktrinleri.
Aynı eserde, Charles Anderson Scott, ‘İsa Mesih’ başlığı altında şunları yazar:

Matta, Markos ve Luka’da, bunları yazanların İsa’yı insandan öte bir varlık, özellikle ona ‘Allah’ın Oğlu’ denmesine gerekçe olacak şekilde Allah’la hulûl-ittihad şeklinde münasebeti bulunan ve Allah’ın Ruhu’nu taşıyan bir“insan olarak gördüklerini ima eden hiçbir şey yoktur. Hattâ Matta ona, ‘Marangozun oğlu’ olarak atıfta bulunur (–Hemen belirtelim ki, Matta’nın bu kaydı izafîdir; ona göre, marangoz Yusuf, Hz. İsa’nın babalığıdır.– AÜ) ve Petrus’un Hz. İsa’yı bir tarafa çekip azarladığını bile kaydeder (16: 22). Luka’da, İsa’nın vefatından sonra Emmaus köyüne doğru giden iki şakirt O’ndan, “Allah’ın ve bütün halkın yanında, işte ve sözde kudretli bir peygamber” olarak bahsetmektedir (24: 19)… Markos yazılmadan önce, Hristiyanlar arasında artık Hz. İsa’dan Rab olarak bahsetmek âdeta gelenek halini almış olmasına rağmen, bu ikinci İncil’de, İsa hakkında Rab tabirinin kullanılması çok nadirdir (birincide –Matta– kavram Allah hakında bol bol kullanılmakla birlikte, İsa hakkında da hemen hemen hiç geçmiyor denebilir). Bütün bu üç İncil’de İsa’nın çilesine, vefatına ve son akşam yemeğindeki konuşmalara çok önemli yer verilmişse de, bunlara daha sonra yüklenen anlamı çağrıştıracak herhangi bir işaret olmadığı gibi, İsa’nın vefatının da aslî günah ve ona kefaret olma gibi hususlarla alâkası bulunduğuna dair bir ima bile yer almaz.
İsa, kendisinden sık sık İnsanoğlu diye söz eder… Petrus’un Pentekos’da (Hasat Bayramı) söylediği, “Allah’ın tasvip ettiği insan” sözü, çağdaşlarının tanıdığı ve kabul ettiği İsa’yı tarif ediyordu… İncillerden öğreniyoruz ki, İsa, fizikî ve zihnî gelişme dönemlerinden geçti; acıktı, susadı, yoruldu, uyudu, hayret etti, malûmata ihtiyacı oldu, acı çekti ve vefat etti. Her şeyi bildiğini iddia etmek şöyle dursun, tam tersini söyledi… Aynı şekilde, O’nun mutlak kudret sahibi olduğunu söylemeye de hiçbir gerekçe yoktur. Bunun gibi, O’nun Allah’tan bağımsız olarak veya bağımsız bir tanrı gibi davrandığına dair bir işaret bulmak da mümkün değildir. Bilakis duasıyla, ibadetiyle O, Allah’a bağımlığını ortaya koymaktadır. Hattâ, Allah için kullanılabilecek ölçüde mutlak iyiliğin kendisine atfedilmesini de reddetmiştir.
Yukarıda kendisinden iktibasta bulunduğumuz William Knox, Hz. İsa’ya ulûhiyet atfedilmesi konusunda da şu mütalâada bulunur:

Üçüncü asrın bitmesine yakın yıllarda bile onun ilâh olduğu reddediliyordu. Ancak 325’te İznik Konsülün’de İsa’nın ilâhlığı resmî kabul gördü, fakat bu konudaki tartışmalar bir süre daha devam etti. (İktibaslar için bkn. Mevdûdî, 2, not 101.)
İşte Kur’ân, Hz. İsa’nın getirdiği saf akîdeye daha sonraki müdahaleler konusunda ikazda bulunmaktadır.