Modern dönemde fenler veya bilimler önemli gelişmeler gösterdi ve tamamen ideolojik tercih ve Din karşıtlığına dayanan bir tavırla hakikatin yegâne ölçüsü kabûl edildi. Evet, ilim, hakikatin yegâne ölçüsüdür. Fakat modern fen veya bilim, daha doğrusu bu fen ve bilime niteliğini veren, onu tarif eden ve âdeta tekelinde tutanlar, (b)ilime önce bir nitelik biçtiler. Buna göre bilim, ancak duyularla ulaşılan ve laboratuarda denenip ispatlanan bilgidir. Bilime böyle nitelik biçince, onun sahasını da duyuların idrak sahası olan maddî âlemle sınırladılar. Ötesini felsefeye, yani yine insan aklına havale ettiler; Din’i ise, Hıristiyanlığın da etkisiyle, ilim ve akılla alâkası, ayrıca ilmî ve mantıkî olması gerekmeyen inançlar, dogmalar manzumesi olarak gördüler. Böylece, maddî âlemin dışında hakikat olamayacağı ve aranması gerekmediği sonucunu öne çıkardılar ve bilimi de bu hakikatı bulmanın tek vasıtası olarak gördüler. Böylece kendilerini de hakikatin kaynağı, bilim “dini”nin peygamberleri yaptılar. Bu anlayış, bugün dünyada hemen hemen bütün bilim mahfillerinde halâ geçerli olup, Din’i inkârın en katı temelini oluşturmaktadır.