Bir ve ortaksız olan Cenab-ı Allah’ın bütün kâinat üzerindeki sonsuzca kolay tasarrufunu, içindeki her bir varlık dâhil bütün kâinatı yaratmasını ve aynı anda idaresi altında tutmasını kabûl edemeyen bazı insanlar, sonsuz bir ilim, irade, görme, işitme ve kudret istediği apaçık kâinatı ilimsiz, şuursuz, iradesiz, görme ve işitmeden mahrum tabiata, kanun denilen birtakım isimlere, sebeplere, bir kâğıdın üzerine konmuş bir noktayı bile tesadüfe bağlamazken, herhangi tek bir cismi bile oluşturan atomların bir araya gelip o cismi oluşturmasında bile tesadüfe yer yokken tesadüflere verebilmektedirler. Akılla, şuurla te’lifi asla mümkün olmayan ve insana en yakışmaz bir tavır olan bu duruma en önemli bir sebep, aslında gaflet, günah ve maddiyatta boğulup kalmaktan dolayı akılların ve görüşlerin darlaşması, düşünce ve muhakeme kıtlığı, bakışta şaşılık gibi faktörler ve bunlarla birleşen, hem bunları besleyen, hem de bunlar tarafından beslenen ilmî gurur, yani bilimden, bilimlerle meşguliyetten, bilim insanı olmak, bilim insanı olarak bilinmek ve biliyorum zannetmekten gelen gurur ve kibirden, dolayısıyla korkunç bir aldanıştan başka bir şey değildir.
**
Bir diğer misal olarak, Farabî gibi, İbn Bacce gibi, İbn Rüşd ve İbn Tufeyl, hattâ İbn Sina gibi tarihin en önde gelen aklî dehaları, aynı kesret (çokluk) içinde, Cenab-ı Allah’ın İlmi’nin –hâşâ– külliyâta, küllî (tümel) varlıklara taallûku olmakla beraber, cüz’î (tikel) varlıklara taallûku olmadığı gibi iddialarda bulunabilmişlerdir. İşte bunun en önemli sebeplerinden biri, Hz. Üstad Bediüzzaman’ın dikkat çektiği üzere, dipsiz denize benzeyen ve sahili bulunmayan fizik dünyada özellikle ışıksız ve rehbersiz ayrıntılara girip burada kaybolmaktır. Neticede fikir dağılmakta, evham insanı havalandırıp aklı boğmakta, malûmat yığını sebebiyle enaniyet kalınlaşmakta, gaflet kuvvet bulmakta ve neticede “tabiat” bataklığına saplanıp kalınabilmektedir.