Monday, February 15, 2016

İlahi İsimlerin Tecellileri


İnsan kâinatta tecelli eden bütün İlâhî İsimler’in tecellilerine mazhar olmakla birlikte, İsimler’in çokluğu ve tecellilerindeki farklılıklar ile insanlardaki kapasite farklılıkları, insanların da farklılığına sebeptir.


Varlıklar içinde Cenab-ı Allah’ı tanımada en kapsamlı üç ayna; kâinat, onun yazılı şekli ve tefsiri Kur’ân-ı Kerim ve bu iki kitabın bir üçüncü nüshası olan Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Hz. Muhammed (s.a.s.), insanlar içinde Allah’a kapasite, kabiliyet ve günahsızlığı ile Kur’ân ve kâinat ölçüsünde bir delil, O’nu tanımada en kapsamlı bir ayna; her bir insan da, kapasite ve kabiliyetlerindeki noksanlıklar ve günahları bir yana, Allah’ı tanımada bütün diğer varlıklardan daha kapsamlı bir ayna ve delildir. Hz. Bediüzzaman (r.a.), ifade buyurur ki, mutlak ve her şeyi kuşatan bir şeyin hududu ve nihayeti olmadığı için, ona bir şekil verilmez; o, bu haliyle bilinemez, mahiyeti anlaşılmaz. Meselâ, karanlığı olmayan daimî bir ışık bilinmez ve hissedilmez. Ne vakit ona hakikî veya vehmî bir karanlıkla bir hat çekilse, o vakit bilinir. İşte insan enaniyeti, benliği, mahiyeti, yani insan olma, Sıfatları ve İsimleri ile Cenab-ı Allah’ı tanıma adına onların önüne çekilmiş böyle bir hattır.

TECELLİLERİYLE İLÂHÎ İSİMLER VE İNSAN

Kâinatta tecelli eden bütün İlâhî İsimler, bu hattın berisinde herbir insanda da tecelli halindedir. Fakat insanlar, kapasitelerine göre bu tecellileri perdeler ve tam yansıtamaz. İnsan; eksik gücü, ilim öğrenme kapasitesi, kabiliyetleri ve cüz’î iradesiyle İsimler’in bütün tecellilerini alamaz. Araya kendisinden, eksik ve kusurundan kaynaklanan perdeler girer ve o, bu perdeler gerisinden, perdeler içinde hakikati bulmaya çalışır. Ayrıca, İlâhî İsimler çok sayıdadır ve her birinin kendine has tecellisi vardır. Musavvir ismi eşyaya şeklini, suretini verirken, Mülevvin ismi, rengini verir. Alîm ismi insanlarda çalışarak ve ilhamla ilim edinme kaynağını teşkil ederken, Basîr ismi görme, Semî‘ ismi işitme melekelerinin asıl kaynağıdır. İşte, İsimler’deki ve insanların onların tecellilerine mazhariyetlerindeki farklılıklar, insanların da karakter, mizaç, tercih ve seçim (beğeni) itibariyle farklı farklı olmalarına, kabiliyet ve kapasitelerindeki farklılaşmalara ve derecelere, nihayet mesleklerinde, vazifelerinde, misyonlarında çeşitlenmeye sebeptir. İnsanın ferdî hayatı da, toplum hayatı da bu farklılık ve çeşitlenmeyi gerektirdiği gibi, belli zamanlarda, belli şartlarda ve belli topluluklara gönderilen peygamberlerin de bazı hususlarda birbirlerinden farklı olmaları, yine İlahî İsimler’in farklılığı ve farklı ‘dalga boyları’ndaki tecellileri itibariyledir. Meselâ, Hz. İsa (a.s.), pek çok İsm’in tecellisine mazhar olmasına rağmen, O’nda öne çıkan İsim, Kadîr ismidir. Karakteri ve mizacı gibi, misyonu da öncelikle bu İsm’in tecellisi altındadır veya tecellisine mazhardır. Ehl-i aşkta Vedûd ismi, tefekkür ehlinde Hakîm ismi, daha çok hakimdir.

İşte bütün bu faktörler ve gerçekler, peygamberler, onların şeriatları, velîler, asfiyâ denilen hem maneviyetin hem ilmin kahramanları, mücedditler ve âlimler arasında Cenab-ı Allah’ı tanıma, O’na yakınlık, O’nunla münasebet, hükümler, vazife ve misyonlar itibariyle farklı derecelerin ortaya çıkmasına sebeptir. Bu yaratılış ve hayat realitesi iyi kavranmadığı takdirde bilhassa velîler ve âlimler arasında hoş olmayan anlaşmazlıklar ve birbirlerini inkâra sebep olabilmektedir. Meselâ, Allah’ın Cevâd ismine daha çok mazhar bir velî, cömertliğe ağırlık verecektir ve o, insanlardaki cimriliği tedavi eder. Muksit ismine daha çok mazhar bir velî ise iktisadın önemi ve israfın kötülüğü üzerinde yoğunlaşacaktır ve vazifesi de israfla mücadele olur. Bu iki velîden önceki diğerini cimrilikle, ikincisi öncekini israfla suçlamaya kalkarsa, işte bu sahaların karışması ve hata olur; neticede bu iki velînin takipçileri arasında da karşılıklı suçlamalara yol açar. Dolayısıyla, izahına çalıştığımız söz konusu gerçek çok iyi kavranmalı ve gereksiz, hattâ hatalı tartışma ve ihtilâflara yol verilmemelidir.