Adem-i kabûl (kabûl etmemek), kabul-ü adem (yokluğunu kabûl etmek)le karıştırılır. Kabûl etmemek, lâkaytlıktan ve bilmemekten gelen bir hükümsüzlüktür. Kabul-ü adem (Yokluğunu kabûl etmek) ise bir hükümdür ve delil ister.
ADEM-İ KABÛL, KABUL-Ü ADEMLE KARIŞTIRILMAMALI
İnkâr veya küfrün mahiyetiyle ilgili olarak çok düşülen hatalardan biri de, adem-i kabûl, yani sadece kabûl etmeme, inanmama hali ile kabul-ü adem, yani reddetme, inkâr etme, yokluğunu kabûl etme halini birbirine karıştırmaktır. Oysa birincisi, yani meselâ Cenab-ı Allah’ın varlığını, peygamberliği, Âhiret’i, vahyi, Kitab’ı kabûl etmemek, bir ilgilenmeme, bilmeme, kendince güya kesin delil yokluğundan ikna olamadığı için sadece inanmama halidir. Buna eskiden Arapça kaynaklı bir kavram olarak ‘Lâ edriye’, yani ‘Bilmiyorumculuk’ denirdi; günümüzde ise Batı kaynaklı bir kavram olarak Agnosticismdenmektedir. Kabul-ü adem, yani inkâr ise, –hâşâ– Allah yoktur veya birden fazladır, Kitap, vahiy, peygamber, melek, böyle şeyler yoktur diye iddia etmek ise bir hükümdür; bu, delil ve ispat ister. Bir şeyin yokluğunu ispat mümkün olmadığı gibi, ona delil de gösterilemez. Dolayısıyla, bu şekilde bir inkâr ve küfür, aslında içi boş, şahsî ve subjektif bir iddiadır. Ama ne var ki, insanların pek çoğu buna düşebilmekte, adem-i kabullerini kabul-ü adem zannetmekte, “ inkârda diretebilmekte, sonra da bunun güya bilimsel bir tavır olduğunu ileri sürebilmektedirler. Bu da, aslında katmerli cehaletin ta kendisidir.