Orta Çağlar’da Hıristiyanlar, papaları, papazları ve ruhbanları körükörüne taklitle Sırat-ı Müstakîm’i yitirmişlerdir. Kilise’yi Hz. İsa’nın bedeni, Papa’yı papa seçilir seçilmez Rûhu’l-Kudüs’le dolan, dün bir şey, bugün onun tam tersi başka bir şey bile söylese her sözü doğru (dogma), dolayısıyla yanılmaz kabûl eden Katoliklik, dogmatizmi ve körü körüne taklidi getirmiş, hattâ “Dalâlete sebep olur!” diye Kitab-ı Mukaddes’i okumayı bile yasakladığı olmuştur. Buna tepki olarak doğan Protestanlık da karşı uca, yani tefrite savrulmuş, Kitab-ı Mukaddes’i yegâne rehber ve her bir kişinin ondan anladığını doğru kabûl etmek gibi bir karmaşanın, kaosun içine sürüklenmiş, hakikati fertlerin bilgi ve idrak seviyesine indirgeyip ferdîleştirmiş, fertler sayısınca hakikat üretmiştir. Bu sebepledir ki, her hususta doğruyu, orta yolu takip eden İslâm, akla, fikre, ilme ve taklide her birinin hakkı olan yeri vermiştir.