Tuesday, February 16, 2016

Mertebelerin Hikmeti


Varlıklardan hiçbiri, varlığını kendisine borçlu değildir; hepsini yaratan, Allah’tır. Cenab-ı Allah onları yokluk karanlığında bırakmamış ve varlık aydınlığına çıkarmıştır. Dolayısıyla verilen vücut mertebeleri vukuâttır, realitedir. Verilmeyen mertebeler ise imkânattır; imkânat, nihayetsizdir. Yani imkân mertebesinde bulunanlar, herhangi bir vücut mertebesiyle taltif edilebilirler. Dolayısıyla seçim, onlara bırakılmaz; onları vücut âlemine çıkaran Zât’a bırakılır. O, varlığın bütünlüğü içinde ne nasıl olması gerekiyorsa onu öyle yapar. Meselâ bir insan vücudunda her organ beyin olmak istese, vücudun varlığı mümkün olmayacağı için hiçbir organın varlığı da mümkün olmaz. Dolayısıyla Cenab-ı Allah (c.c.) hangi varlığa hangi vücut mertebesini bahşetmişse, o varlığa düşen, Cenab-ı Allah’a şükür ve hamdetmek ve mertebesinin hakkını vermektir. Mertebesinin hakkını veren en alt vücut seviyesindeki bir varlık, onun hakkını vermeyen en üst seviyedeki bir varlıktan her zaman daha değerlidir ve ona göre mükâfatını alır.

Bu meselenin bilhassa insan hayatını ilgilendiren çok önemli bir yeri vardır. Cenab-ı Allah (c.c.), insanları da aynı kapasitede yaratmaz ve yaratmamıştır. Çünkü insan hayatı, toplumların hayatı, kısaca hayat, bir yardımlaşma, dayanışma, birbirinin eksiğini kapatma, birbirinin imdadına koşma musikîsidir. Kapasite, kabiliyet, tercih ve beğenilerin farklılığı, mesleklerin farklılığını getirir; mesleklerin farklılığı ise, insanlığın hayatı için olmazsa olmaz bir zarurettir. İkinci olarak, yukarıda da arz edildiği gibi, her insan aynı kapasitede olamayacağına ve kapasitelerin farklılığı hayat için bir zaruret olduğuna göre, bazı insanların kendilerine verilen kapasiteden memnun olmayıp daha üst kapasiteler istemesi, başka insanları da aynı isteğe sevkedecektir. Böylece şikâyet ve isteklerin sonu gelmeyeceği gibi, yerleri alınmak ve yerlerinde olunmak istenen insanlar da bu defa, “Bizim suçumuz neydi ki, alt kapasitelere itildik?” şikâyetine başlayacaktır. Üçüncü olarak, “Nimet ölçüsünde külfet veya sorumluluk, külfet veya sorumluluk ölçüsünde nimet!” düsturuna göre, bir insana ne ölçüde kapasite ve nimet verilmişse ona o ölçüde iş ve sorumluluk yüklenir. Dolayısıyla önemli olan, her bir insanın kendine verilen nimetin getirdiği sorumluluğu ifa ve Allah’a şükür ve hamdetmesidir. Cenab-ı Allah, her bir insanı hangi şekil, fizik ve kapasitede, hangi zaman ve yerde, hangi aile ve topluluk içinde yaratmışsa, o insan için hayırlı olan odur.

Bu noktada bir hususa daha temas etmek gerekiyor. Özellikle günümüzde spastik veya zihin özürlü ya da her ikisiyle birlikte doğumlar çoğalmaktadır. Fıtratta aslolan, sağlam ve kusursuz doğumdur. Dolayısıyla, özürlü doğumlar, çevre şartlarının veya anne-babanın, özellikle annenin hamilelik esnasında maruz kaldığı tesirlerin neticesidir. Ama özürlü doğmada doğan çocuğun elbette bir hatası yoktur. Fakat o çocuk için de öyle doğmak, hakkında hayırlı olandır. Konuya yine “Nimet ölçüsünde külfet, külfet ölçüsünde nimet!” düsturu temelinde, dolayısıyla sorumluluk, külfet ve özellikle Âhiret noktasında yaklaştığımızda bunun böyle olduğunu çok daha iyi anlarız.