Beyhakî’nin Delâil’inde, vahyin başlangıcına ait şu vak’a anlatılır:
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) beşerin ızdırabıyla kalbi dilgir, insanlığı kurtarmak için bir mübarek mağarada çareler ararken, karanlık yerlerde mehbit-i vahy-i ilâhiyyeye, yani, ilâhî vahyi almaya tam mâkes olabilecek derecede semavîleşen mukaddes kalb-i pâkini feyz-i akdesten gelen nurlara yöneltip açtığı sıralarda, ara sıra ses duyuyordu. Ses duyulunca da koşa koşa eve geliyordu. Bir gün içini, o mübarek hayat arkadaşı ve hayatının sonuna kadar kendisine sadakattan ayrılmayan Hz. Hatice’ye açmıştı. O da elinden tutup O’nu amcazâdesi Varaka b. Nevfel’e götürmüştü. Varaka Hristiyanlığı kabul etmiş, Arapça İncil yazıp halka İncil’i anlatan bir zattı. Allah Resûlü’nden evvel halka İncil’i gösteriyor ve bu Allah’ın kitabıdır diyordu. İncil’de Allah Resûlü’nün geleceğine dair işaret ve bişareti gördüğü için hemen hemen O’nun gölgesini başının üzerinde hissediyordu. Kimbilir belki de etrafındaki çok kimselere bunu fısıldamıştı. Onun çok yukarılarda aradığı belli bir zaman sonra başının üzerinde bir rahmet bulutu gibi belirecek, beşeri sulayacak, yeryüzünün yeşermesine vesile olacak Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) onun yanına geliverdi: “Ben kırlarda, sahralarda dolaşırken, mağaraya girip çıkarken, Rahmet Dağı’ndan aşağıya inerken, daima arkamda ‘Yâ Muhammed, Yâ Muhammed!’ sesini duyuyorum” dedi. Varaka İncil’de vahyin keyfiyetini gördüğü ve her peygamberin Allah’a böyle muhatap olacağını bildiği için: “Bir daha böyle seslenirlerse kaçma ve yerinde dur. Ne diyorlar dinle, belle, ondan sonra benim yanıma gel!” cevabını verdi. Allah Resûlü, Varaka’nın dediğini yaptı. Hz. Cibril-i Emîn: “Yâ Muhammed!” dediği zaman Allah Resûlü yerinde durdu, durunca da vahiy başladı. Cibril nakletti, Allah Resûlü de belledi. Ve Fatiha-yı Şerife’yi sonuna kadar okudu.
İşte bu rivayette, Cibril’in gelip Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ismiyle hitap ettikten sonra قُلْ: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِاَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ diyerek, ilk bu sûreyi getirdiği ifade edilmiştir. Bu itibarla, Fatiha’nın sibakında, yani evvelinde Cenâb-ı Hakk’ın “Oku!” veya “Söyle!” emirleri vardır. Ve Fatiha bu iki kelimeden birine dayanmaktadır.
O, sûrelerin evvelidir. Onun içindir ki, her şey Fatiha ile başlar. Zaten, bütün Kur’ân-ı Kerim, esas itibarıyla vahy-i semavîye dayalıdır. Fatiha da öyle. O da, Cibril vasıtasıyla beşerin en efdalinin pâk ve mübarek kalbine vahiy yoluyla gelmiştir. Geldikten sonra da öyle dal budak salmıştır ki, bütün beşeriyet ve cin âdeta onun sıyanet kanatları altına sığınmıştır.
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) beşerin ızdırabıyla kalbi dilgir, insanlığı kurtarmak için bir mübarek mağarada çareler ararken, karanlık yerlerde mehbit-i vahy-i ilâhiyyeye, yani, ilâhî vahyi almaya tam mâkes olabilecek derecede semavîleşen mukaddes kalb-i pâkini feyz-i akdesten gelen nurlara yöneltip açtığı sıralarda, ara sıra ses duyuyordu. Ses duyulunca da koşa koşa eve geliyordu. Bir gün içini, o mübarek hayat arkadaşı ve hayatının sonuna kadar kendisine sadakattan ayrılmayan Hz. Hatice’ye açmıştı. O da elinden tutup O’nu amcazâdesi Varaka b. Nevfel’e götürmüştü. Varaka Hristiyanlığı kabul etmiş, Arapça İncil yazıp halka İncil’i anlatan bir zattı. Allah Resûlü’nden evvel halka İncil’i gösteriyor ve bu Allah’ın kitabıdır diyordu. İncil’de Allah Resûlü’nün geleceğine dair işaret ve bişareti gördüğü için hemen hemen O’nun gölgesini başının üzerinde hissediyordu. Kimbilir belki de etrafındaki çok kimselere bunu fısıldamıştı. Onun çok yukarılarda aradığı belli bir zaman sonra başının üzerinde bir rahmet bulutu gibi belirecek, beşeri sulayacak, yeryüzünün yeşermesine vesile olacak Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) onun yanına geliverdi: “Ben kırlarda, sahralarda dolaşırken, mağaraya girip çıkarken, Rahmet Dağı’ndan aşağıya inerken, daima arkamda ‘Yâ Muhammed, Yâ Muhammed!’ sesini duyuyorum” dedi. Varaka İncil’de vahyin keyfiyetini gördüğü ve her peygamberin Allah’a böyle muhatap olacağını bildiği için: “Bir daha böyle seslenirlerse kaçma ve yerinde dur. Ne diyorlar dinle, belle, ondan sonra benim yanıma gel!” cevabını verdi. Allah Resûlü, Varaka’nın dediğini yaptı. Hz. Cibril-i Emîn: “Yâ Muhammed!” dediği zaman Allah Resûlü yerinde durdu, durunca da vahiy başladı. Cibril nakletti, Allah Resûlü de belledi. Ve Fatiha-yı Şerife’yi sonuna kadar okudu.
İşte bu rivayette, Cibril’in gelip Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ismiyle hitap ettikten sonra قُلْ: بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِاَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ diyerek, ilk bu sûreyi getirdiği ifade edilmiştir. Bu itibarla, Fatiha’nın sibakında, yani evvelinde Cenâb-ı Hakk’ın “Oku!” veya “Söyle!” emirleri vardır. Ve Fatiha bu iki kelimeden birine dayanmaktadır.
O, sûrelerin evvelidir. Onun içindir ki, her şey Fatiha ile başlar. Zaten, bütün Kur’ân-ı Kerim, esas itibarıyla vahy-i semavîye dayalıdır. Fatiha da öyle. O da, Cibril vasıtasıyla beşerin en efdalinin pâk ve mübarek kalbine vahiy yoluyla gelmiştir. Geldikten sonra da öyle dal budak salmıştır ki, bütün beşeriyet ve cin âdeta onun sıyanet kanatları altına sığınmıştır.