'Kur’ân, kâinatın yaratılış plânıdır.' diyen Süleyman Karagülle, Rahman sûresinin başındaki âyetleri ele alırken diyor ki:
“Bu âyetlerin dizilişi ile ilgili olarak sorulacak birçok soru vardır. Neden Kur’ân’ın
öğretilmesi önce, insanın yaratılması sonra zikredilmektedir? İnsana
beyanı öğretmekle Ay ve Güneş’in hesaplanması arasında ne ilişki bulunmaktadır?
Ağaçlarla yıldızları neden bir arada secde etmektedirler?
Göklere ait genel çekim ve merkez-kaç dengesi ile bakkaldaki terazi
arasında ne gibi bir ilişki vardır? Tartıyı yanlış tarttığımızda neden
genel denge bozulmaktadır? Görülmektedir ki, ilk bakışta birbirleriyle
ilgili olmayan şeyler bir arada zikredilmekte imiş gibidir. Ancak
bunlar arasında derin birtakım bağların bulunduğu, biraz düşünülünce
anlaşılmaktadır. Şöyle ki kâinat ikili olarak çift çift var edilmiştir.
Kâinatta mevcut olan bütün müesseseler birbirinin benzeridir. Benzerlerinden
birinde mevcut olan bir şey diğerinde de vardır. Her şey
birbirinin analoğudur. Bu netice bize ne gibi kolaylıklar ve avantajlar
sağlamaktadır? Benzer müesseselerden birini öğrendikten sonra onun
benzeri olan diğer müesseseyi öğrenmek elbette daha kolay olacaktır.
Bundan dolayı Allah, Kur’ân’da: “Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp
ders alasınız.” demektedir. İslâmiyet’te kıyas delili bu analoğa dayanmaktadır.
Benzer şeylerde madem benzer hükümler olacak, öyleyse
birinde bulduğumuz bir şeyi diğerinde de bulabiliriz. Bu benzerlik
sebebiyledir ki, aynı düşünme tekniği ve mantığı ile her şeyi öğrenebiliriz.
Biz hukukta başka türlü, astronomide başka türlü tıpta başka
türlü, iktisatta başka türlü mantık kullanmayız. Aynı tümevarım ve
tümdengelim ilkeleri, aynı çelişki ve kıyas yolları bütün müesseselerde
geçerlidir. Bu geçerlilik sadece mantıkla değil, matematikte de aynen
câridir. Bir bakkala ödenecek parayı hesaplayan bir mühendis ile bir
direğin taşıyacağı veya taşıdığı yükü hesaplayan bir mühendis ve bir
bilgisayarı dizayn eden başka bir mühendis, temelde hep aynı formülleri
kullanır. Para, fiyat ile miktarın çarpımına eşittir. Mühendisin elinde para yerine gerilme, miktar yerine kesit alanı yer almıştır. Bundan dolayı Kur’ân’da, insana beyan yani açıklama öğretildikten sonra, Ay ve Güneş’in hesap ile yaratıldığı, ifade edilmektedir. Bu âyetlerdeki bakkal terazisi ile galaksiler, bir yerde içiçe dile getirilmiştir. Şimdi burada bir soru ile karşılaşılabilir. Değişik alanlarda aynı matematiği ve
aynı mantığı kullandığımız hâlde isimler farklı farklıdır. Acaba değişik
alanlardaki isimleri (birimleri) birleştirerek aynı kelimelerle konuşsak
daha iyi olmaz mı? Acaba bu durum mümkün olabilir mi? Böyle olduğu
takdirde tek bir ders kitabı olacaktı, ancak o kitaptan herkes,
aynı şeyleri okusa da başka şeyler anlayacaktı... Elektrikçi başka, iktisatçı
başka, tabip başka şeyler anlayacaktı. Bununla beraber değişik
müesseselerdeki benzer şeyleri de anlamış olacaklardı. Bu anlayış bize
birtakım kolaylıklar sağlayacaktır. Bir defa, aynı kitabı okuduğumuz
için müesseseler arasında bir merkez oluşacak ve bir birlik meydana
gelecektir. Sonra birinin keşfinden diğerleri de yararlanmış olacaktı.
Ayrıca başka bir müesseseyi bilen diğer müesseseleri çok kolay öğrenebilecekti.
Buna göre fakülteler dahi hep aynı kitapları okumuş olacaklardı.
İşte Kur’ân, böyle herkesin okuyabileceği bir kitaptır. Bunu bizzat
Kur’ân’ın kendisi bildirmektedir. Rahman sûresinde önce “Kur’ân’ı
öğretti”, ifadesinin olması buna işarettir. Önce kâinat yaratılıp sonra
Kur’ân indirilmiş değildir. Kâinat insan için yaratıldığından Kur’ân’da:
‘İnsanı yarattı.’ denilmektedir. Kur’ân kâinatın projesidir. Yaratmadan
önce irade buyurulmuştur. Önce proje, sonra inşaat yapılmıyor mu?
Bu kadar bir Kitab’a, bu kadar çok şey nasıl sığdı, denilebilir. Kur’ân
bu soruya şöyle cevap vermektedir: ‘Yaş-kuru ne varsa, hepsi onun
içindedir.’ İçindedir çünkü bir müessese anlatılmış, diğerlerinin adları
verilmiş ve kalanlar hep kıyas yoluyla çıkarılsın istenmiştir. Beyanı
öğretme budur. Yalnız Kur’ân, sadece bir müesseseyi anlatmamış, iç
içe her müessesenin benzer olmayan taraflarını ifade etmiştir. Böylece
halk okuduğu zaman her müessesenin bir parçasını görebilmekte, ilim
adamları ise her müesseseyi kıyas yoluyla öğrenerek anlayabilmekte ve
bir bütün olarak uygulama imkânını bulabilmektedir.”