Friday, October 17, 2014

Süperman Türk Olsaydı


Anadolu'nun bir köyüne ilk meyve ağacı 1960'larda dikilmiş, köy yüzlerce yıllık ama kimse uğraşıp didinip de bir meyve ağacı dikmemiş.

Köyün adı Sivrialan, Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı.

Ağacı dikense Âşık Veysel!

Binlerce adam yaşamış, göçmüş o köyden.

İlk meyve ağacını dikenin gözleri görmüyor.

Sizce kimin gözleri görmüyor?

Eğer bulunduğunuz ülkeye, iş yerine, etrafınızdaki insanlara gram katkınız olmuyorsa "Acaba benim gözler görüyor mu?" diye sorun kendinize.

***

Bugün Güneydoğu'da büyük bir ilde 14.000 öğretmen var, 7.000'i ayrılıkçılık tohumları atıyor. Geriye kalan 7.000'inin 6.500'ü de "Bitse de gitsek" diye durumu idare ediyor. 500 kadar, memur zihniyetine girmemiş, yurdunu seven genç öğretmen de, bu vatanın güzelliğini, hoşgörüsünü, insanının temizliğini anlatıp bu çocukları terör örgütünün tuzağına düşmekten kurtarmaya çalışıyor. "Nereden biliyorsun?" derseniz, valisi anlattı, oradan biliyorum.

O beş yüz gençle sakın övünmeyin çünkü onları sistem yetiştirmedi, sağlam birer anne-babaları vardı, bir de belki koca bir eğitim sisteminin içinde karşılaştıkları iki idealist öğretmen.

Öğretmen dediğin nasıl olur biliyor musun?

Bir ana haber bülteninde görmüştüm. Güneydoğu'nun bir köyünde bir öğretmen, şivesinden belli ki kendisi de Güneydoğulu, güler yüzlü bir genç. Hiç çekinmeden anlatıyor:

"Müfredat, müfredat derken baktım çocuklar sıkılıyor. Ne yapayım da bu çocuklara okulu sevdireyim diye düşündüm. En iyisi gerçek hayata çocuklarımı alıştırmalı, dedim. Bir gün fark ettim ki öğrencilerimin çoğu çilek görmemiş, yememiş. Bursa'daki bir tarım şirketine yazı yazdım, durumu anlattım. Hiç ücret almadan bana birçok çilek fidesi yolladılar. Tabiat Bilgisi dersini sınıfta yapmak yerine çıktık dışarı, okulun bahçesinin dip taraflarını çapalayıp çilek diktik. Sonra gittik her çocuğun evinin bahçesine bir fide çilek diktik, çocuklar da ailesine "çilek nasıl yetiştirilir, nasıl çoğaltılır" diye eğitim verdi. İki yılda köyün her yeri çilek oldu, herkes çileğe doydu. En güzeli, şehrin pazarında satıp gelir elde eden çok aile var. Bana da hep dua ederler.”
Böyle olur öğretmen dediğin.

Böyle olur girişimci dediğin.

"Çalışsam da aynı maaş, çalışmasam da" deyip okuldan kaçan adamdan öğretmen olmaz.

***
1961 yılında askerden dönen genç Firuz babasına der ki:

"Baba askerde gördüm, bisküvi çok satılıyor. Biz un fabrikasını bisküvi fabrikasına çevirelim, geleceği parlak bu işin!"

"Tamam" der baba. Firuz Kanatlı gider, fabrikanın adını Eti olarak tescil ettirir 1961'de. O dönem ve öncesinde nice un fabrikası sahibi askerliğini yaptı ve nasıl bisküvi satıldığını gördü, ama genç Firuz adımı atabildi.

***

Bu ülkede üç şey bir araya gelmedi.

Politika, dürüstlük ve akıl.


Adam hem politikacı hem akıllıysa, dürüst kalmadı.


Politikacı ve dürüstse, akıllı kabul edilmedi.


***

1930-1950 yılları arası, Kayseri'de nüfus 80.000 iken 10.000 Ermeni vatandaşımız yaşamaktaydı. Ramazanda hiçbiri dışarıda bir şey yemez ve Müslüman gibi yaşarlar, Ramazan Bayramı'nda da karşılıklı ziyarete giderlerdi. Çocuklar Türk-Ermeni ayırt etmeden el öper, bahşiş alırlardı. Sorun Kayseri'nin eskilerine, Anadolu'nun eskilerine, anlatsınlar.

Balkan Savaşı döneminde Yunanistan'dan, Girit'ten kaçıp Türkiye'ye gelen Türklerin çoğu, yolda çeteciler çalmasın diye, altınlarını komşularına bıraktılar ve geri gidip alamadılar. Otuz yıl sonra bile Yunanlı kalktı, geldi, buldu komşusunu Türkiye'de, verdi parayı, sarılıp ağlaştılar.

***

Hakkâri Lisesi son sınıftan her sene 50-60 öğrenci okulu bitiriyor ve PKK'ye katılıyor. Sen onu lisede eğitmiyorsun, sonra dağa vurmaya gidiyorsun.

Ben gittim Mardin'e, Urfa'ya, Batman'a... Eğitimler verdim; okullarda, Çocuk Esirgeme Kurumları'nda... O kadar bilgiye muhtaçlar ve öğrenmeye o kadar istekliler ki anlatamam. Ama onlara yurt sevgisi kazandıracak adamlar, Ankara'da yönetmelikle, müfredatla, dershanelerdeki kapı genişliğiyle uğraşıyorlar, kemerleri göbeklerinin üstünde.