Mübalağa ihtilâlcidir. Şöyle ki: Seciyelerinin gereği insanlar, lezzet aldıkları şeylerde, ziyadeleştirme meyliyle; vasfettikleri şeylerde, laf arasında hariçten başka şeyler karıştırmak meyliyle; hikâye ettikleri şeylerde mübalağa ve abartma meyli ile hayali, hakikate karıştırırlar. Bu kötü seciye ile iyilik etmek, fenalık etmek demektir. Bilmedikleri hâlde ziyadeleştirmekten, noksanlık; ıslahtan fesat, medih ve övmekten zemmetme ve kötüleme; güzelleştirmeden çirkinlik doğar. Zira muvazene, denge, ahenk ve tenasüpten meydana gelen güzelliği, farkına varmadan, şuursuzca bozar. Nasıl ki bir ilacı güzel görüp gereğinden fazla kullanmak, deva ve şifa olacak bir şeyi hastalığa çevirmek demektir. Öyle de hiçbir vakit, hak ve gerçeğin muhtaç olmadığı mübalağalı tergîp (bir şeye rağbet verme, teşvik etme) ve terhip (bir şeyden sakındırma, vazgeçirme) adına yapılan mübalağa, meselâ gıybet etmeyi adam öldürmekle bir tutma veya ayakta idrar etmeyi zina derecesinde gösterme, veya bir dirhem sadaka vermeyi hacca mukabil tutma gibi dengesiz sözler, adam öldürme ve zina etmeyi hafife alma ve haccın kıymetini de aşağı düşürme demektir.
Bu sır için, vâiz olan kimse hem hikmetli konuşmalı hem de muhakemeli olmalıdır. Evet muvazene gözetmeden dengesiz konuşan vâizler, çok nurlu ve parlak dinî hakikatlerin husûfuna (ay tutulur gibi kararmalarına) sebep olmuşlardır.