Üstad diyor ki: ‘Ey muhataplarım ben çok bağırıyorum. Zira 13. asrın minaresinin başında durmuşum, sözde medenî, dinde lâûbâli olanları câmiye davet ediyorum!.’ Peki soruyorum sizlere 13. asrın bir minaresi mi var? Oraya niye çıkmış ve orada ne işi varmış? Yani bu ifadelerle bu zât ne demek istiyor? Bunlar üzerinde durup düşünmemiz icap etmez mi? Şimdi bakınız ben Denizli ve Afyon hapishanelerinde altı eserin yazılmasına şahit oldum. Hapishanelerde Üstad’a karşı o kadar müthiş bir teyakkuz vardı ki, bir kelime dahi yazmaması için her türlü baskı vardı. Hiçbir yazının içeriden dışarı çıkmasına ve kuş uçmasına imkân yoktu. Evet bu şartlar altında altı eser yazıldı. Bilhassa Meyve Risalesi... Meyve Risalesi şaheserdi... Meselâ Denizli’de başgardiyana o ağır şartlar altında meselemiz anlatıldı ve ikna edildi... Hapishane içinde Üstad ayrı bir hücrede, bizler de ayrı ayrı koğuşlardayız. Meselâ, Ispartalılar bir koğuşta... Isparta’dan gelenleri o koğuşa gönderiyorlar. Bir kitap yazmak için kağıt yok, imkân yok. Ama, mahkûmlar sigara içiyorlar. Paketleri atıyorlar, tütün sarılan kâğıtları atıyorlar. Başgardiyan atılan o kâğıtları toplatarak ‘ Hâfız Ali!.’ diye seslenip onu yanına çağırıyor ve onları veriyor. O kâğıtlar alınıyor, bir gün üç satır yazı yazılıyor. Ertesi gün beş satır yazılıyor. Bunların öncesinde ne yazılmıştı, sonrasında ne yazılmıştı diye siyak ve sibakı birbirini tutuyor mu, uygun mu diye bir şeye dikkat edilmiyor. Nihayet işte bu parça parça kâğıtlar gönderiliyor ve bunlar Meyve Risalesi oluyor! Bugün Meyve Risalesi’ni okuduğumuz zaman ondaki ifade azameti karşısında donup kalıyoruz!. Sonra bu işin daha garip noktası da şu... Dışarıya çıkmasına imkân ve ihtimal bile yok. Ama bu şekilde yazılmış altı eserin hepsi de dışarıya çıkıyor ve neşrediliyor. Biz buna şahidiz. Hatta bir gün bir tek pusula yakalanmış. Bu sıradan, bu önemsiz pusula için bile tahkikat yaptılar, baskılar uyguladılar. Hâlbuki Afyon Mahkemesi’nde okuyacağımız müdafaa dışarıya çıktı. Dışarıda intişar etti. Neşredilenlerden bir nüsha da Başsavcıya verildi. Biz böyle yüzlerce keramete şahit olduk. Ama böyle bir şey olunca Üstad hemen reddeder ‘Bu hizmetin
kerametidir; benimle alâkası yok!.’ derdi.
Ahmet Feyzi