Bilim tarihinin gelmiş geçmiş en büyük simasının kim olduğu sorulduğunda hiç şüphesiz pek çok insan için bu sorunun cevabı Isaac Newton olacaktır. Newton çok büyük bir bilim adamı olmasının yanında son derece inançlı bir kişiliğe de sahipti. Tanrı’nın eserleri aracılığı ile bilineceğine inanıyor ve evrensel yasaları Tanrı’nın üstün sanatının birer nişânesi olarak inceliyordu. Hıristiyanlığın en temel öğretilerinden biri olan teslis yani
üçleme inancını da açık bir dille reddeden ve bu inancının Hıristiyanlığın özünde bulunmadığını çeşitli deliller ile ifade eden Newton’un Tanrıyı her an her şeye hâkim ve evren üzerinde etkin bir varlık olarak algıladığını görmekteyiz. Newton’a göre Tanrı inancı ve evrenin Tanrı tarafından yaratılmış olduğu o derece aşikâr bir durumdur ki bunun aklı başında insanlar tarafından inkâr edilmesi mümkün olmadığı gibi bu inanç geçerliliğini her dönemde devam ettirecek bir güce ve sayısız delile sahiptir. Bu sebeple özellikle 19. yüzyıldan itibaren çeşitli çevreler tarafından iddia edildiği gibi bilimin dinsel gerçekleri çürüttüğü ya dabilimsel verilerin Tanrı’ya yer vermediği yönündeki asılsız yaklaşımların bilimin dâhisi tarafından geçersiz kılındığını görmekteyiz. Newton’un ateizm ile ilgili sözleri bu konudaki net tavrını açık bir dille ifade etmektedir:
Ateizm insanlık için o kadar anlamsız ve iğrençtir ki hiçbir zaman fazla savunucusu olmamıştır. Bütün kuşların, hayvanların ve insanların sağ ve sol taraflarının aynı olması (bağırsakları hariç) ve sadece iki gözlerinin olması ve yüzlerinin iki tarafında başka göz olmaması, kafalarının iki tarafında sadece iki kulak olması ve burunlarında sadece iki delik olması, göz arasında başka hiçbir deliğin olmaması ve burnun altında bir ağız olması ve iki ön ayak veya iki kanat veya omuzlarında iki el olması ve bir kalçanın biri bir tarafında diğeri diğer tarafında iki ayak olması ve daha fazla olmaması tesadüfen olabilir mi? Hepsinin dış şeklindeki bu düzen bir Sanatçı’nın gaye ve düzenlemesi olmadan nasıl ortaya çıkmış olabilir? Her türlü canlının gözlerinin köküne kadar transparan olması ve gözlerin vücutta, dış tarafında katı transparan deriler olan ve transparan sıvılarla dolu ortada kristal lens olan ve lensin önünde bebeği olan tek yer olması, hem de hepsinin görmeyi olanaklı kılacak düzgün şekle sahip olması, hiçbir Sanatçı’nın onları tamir edememesi neye bağlanacaktır? Kör şans, ışığın var olduğunu ve onun kırılmasını biliyor muydu ve bütün varlıkların gözlerini bunu garip bir biçimde kullanacak şekilde mi düzenledi? Bu ve bunun benzeri düşünceler her zaman insanoğlunu her şeyi yaratan, her şeye gücü yeten ve o yüzden korkulması gereken bir varlığın olduğuna ikna etmiştir ve her zaman ikna edecektir.