Ruslar, fırınlara canlı domuzları atarlar ve pişirirlerdi. Sonra da o fırınlarda ekmek yapıyorlardı. Domuz yağı ekmeklere karışıyordu. Necis kokuyordu. Onun için yemiyordum. Ayrıca; un ve buğday alıp el değirmeni ile öğütüp saçta kendim ekmek yapar, patates veya yumurta alıp pişirirdim. Benim bu halimi gören Ruslar, “Bu delidir.” diyorlardı. Rusya’da iken bazı ıssız yerlerde dolaşırdım. Düşünüyor, ‘Ya Rabbi bana bir kapı aç!’ diye dua ediyordum. Kaldığım yere doğru giderken, Arap kıyafetli, entarili, önündeki üç-dört merkebi götüren birisini gördüm. Yanımdan geçerken bana; ‘Esselâmü aleyküm’ diye sordu. Selâmını aldım. ‘Seni buradan çıkarsam, Türkiye’ye gider misin?’ dedi. ‘Giderim. Fakat buradan nasıl çıkacağım, dört kapısı kapalı... Diyarbakır Kalesi gibi bir yerde bulunuyoruz. Kapılarda bizim resimlerimiz var. Nöbetçiler bizi tanırlar, kapıdan nasıl geçerim?’ dedim. O şahıs: ‘Benim elbisemi giy, merkepleri sür, sen ileriden git, ben sana yetişirim.’ dedi. ‘Bu adam, boş adama benzemiyor.’ diye düşündüm kendi kendime. Onun elbisesini giydim ve merkepleri sürdüm gittim. Kapıdan geçtim, nöbetçiler birşey demedi. Kapıdan çıkınca, ekmek aklıma geldi. Baktım torbada aynı benim ekmeğim gibi dört beş ekmek var. O şahısla yirmi dört saat beraber gittik. Benim ayaklarım şişmişti. Ondan ayrıldıktan sonra, ben düşündüm: ‘Doğru yoldan gidersem Ermeniler, Ruslar onların dillerini bilmediğimden geri çevirirler.’ Onun için, ayrıca ince bir yol vardı; o ince yoldan yürüdüm. Akşam oldu, yol bir dağa çıktı. Orada yol falan yoktu, şaşırdım. Baktım, orada dağda bir inek var. ‘Onu sürersem bir şenliğe rastlarım’. dedim. İneği sürdüm, inek bir mağaranın önünde durdu. ‘Bre hayvan, niye duruyorsun?’ derken, baktım mağaradan bir pîr-i fânî, âbid bir zât çıktı. Beni ismen, cismen biliyordu. Bana, ‘Hoşgeldin, ehlen ve sehlen.’ dedi ve ‘Sen yorulmuşsun, açsın.’ diyerek beni içeriye aldı. ‘Benim ekmeğim falan yok. Bu ineği yaz-kış sağar, sütünü içerim.’ dedi. Bana süt sağıp getirdi. Daha öyle lezzetli süt içmemiştim. O gece orada kaldım. Bana dedi ki: ‘Sen Türkiye’ye gidersin. Türk kardeşlerine selâm edersin. Başlarında çok musibetler var. Üç şeye riayet etsinler:
1- Kur’an derslerine.
2- Ezân-ı Muhammed’iyi daima yüksek sesle okusunlar.
3- Cemaatten ayrılmasınlar.’
Bediüzzaman Hazretlerinin bu sözlerine ilaveten ve bunlara bağlı olarak, Molla Hamit Ekinci diyor ki: “Onun için Üstad’ımız yanına gelen köylülere, ziyaretçilere daima, ‘Köyünüzde hoca var mı? Câmi var mı?’ diye sorardı. ‘Yok’ derlerse, kızar, ‘Camisiz ve hocasız yerde nasıl duruyorsunuz?” diyerek, hiddet ederdi.
***
Üstad, Rus esaretinden bizim kanaatimize göre, Allah’ın inâyeti ile ve Hızır Aleyhisselamın rehberliğiyle kurtulmuştur. Bu firarı sırasında, esârete geldiği yolu kullanmamış, bizzat komünizm yangının ve fitnesinin çıktığı yer olan Petersburg’dan geçmişti. Bu mânâlı hareket, enteresandır. Böylece, Üstad komünizmin menbaını görüyor ve tespitlerini yapıyordu.