Hz. Muhammed’in hayatında teaddüd-i zevcât meselesi sık sık ortaya atılmış ve Batılı birçok araştırmacının ve müsteşriklerin zihinlerini meşgul etmiştir. Bu husustaki tartışmalar Batılıların İslâm dininde ve İslâm’ın zuhur ettiği dönemdeki aile hayatını, kendi örf ve adetleri, Batının kullandığı ölçü ve usullerle değerlendirmek istemelerinden kaynaklanıyor.
Fıtrat-ı selimenin ve Arap toplumunun kabul ettiği, hal ve toplumun yararının gerektirdiği ve Allah Teâlâ’nın izin verdiği esaslara uygun olmak şartıyla, yapılan evlilikleri tenkid eden Batılı fikir adamları ve yazarlarının yanıldıkları nokta, Batıyı ölçü almaları ve sonra da uzlaşamadıkları ve anlaşamâdıkları herşeyi, sert ve katı hükümlerle itham altında tutmalarıdır. Böylece kendi kendilerine müşkiller yaratıp, sonra da onu tedaviye koyuluyorlar. Bu, onların kendilerini büyük görmelerinin, Batının değer ve prensiplerini aşırı derecede kutsallaştırmalarının bir sonucudur.
İngiliz yazar Mr. R.V.C. Bodley; Batının Hz. Muhammed’in hayatında taaddüd-i zevcât gibi konulardaki düşüncelerini cesaretle tenkid edebilen insaflı bir kişidir.
Bodley, The Messenger-The Life of Mohammad adlı eserinde şöyle der:
Fıtrat-ı selimenin ve Arap toplumunun kabul ettiği, hal ve toplumun yararının gerektirdiği ve Allah Teâlâ’nın izin verdiği esaslara uygun olmak şartıyla, yapılan evlilikleri tenkid eden Batılı fikir adamları ve yazarlarının yanıldıkları nokta, Batıyı ölçü almaları ve sonra da uzlaşamadıkları ve anlaşamâdıkları herşeyi, sert ve katı hükümlerle itham altında tutmalarıdır. Böylece kendi kendilerine müşkiller yaratıp, sonra da onu tedaviye koyuluyorlar. Bu, onların kendilerini büyük görmelerinin, Batının değer ve prensiplerini aşırı derecede kutsallaştırmalarının bir sonucudur.
İngiliz yazar Mr. R.V.C. Bodley; Batının Hz. Muhammed’in hayatında taaddüd-i zevcât gibi konulardaki düşüncelerini cesaretle tenkid edebilen insaflı bir kişidir.
Bodley, The Messenger-The Life of Mohammad adlı eserinde şöyle der:
“Muhammed’in aile hayatını batılı ölçülerle mukayese etmek ve Batıda Hıristiyanlık temellerine dayanan kanun ve geleneklere bakarak, O’nun aile hayatının aleyhinde hüküm vermek insafsızlıktır. Çünkü bu adamlar (Araplar) hiçbir zaman, ne Batılı ne de hıristiyan oldular. Onlar ancak kendi halkına mahsus olan esaslar ve kanunların hakim olduğu beldelerde ve devirde yaşadılar.
Buna rağmen hiçbir kişi çıkıp da, Avrupa ya da Amerika’nın kendine mahsus yönetim tarzının, Araplara ait yönetim tarzından daha üstün olduğunu söylemedi. Çünkü Batılılar kendilerine ait yönetim şeklinin ve hayat tarzının, başkalarından daha üstün olduğunu göstermek için, dikkatli ve büyük çapta bir araştırmaya halâ muhtaçtırlar. O halde onlara gereken, diğer dinler ve medeniyetleri ayıplamaktan ve kusur bulmaktan kaçınmak olmalıdır.”