Wednesday, May 21, 2014

Şûra

Osmanlı Devleti’nin diğer dünya devletlerinden çok farklı bir tarafı vardır. Osmanlı padişahları Yavuz Sultan Selim’den itibaren halife olmuşlardır. Yani iki yönleri vardır: Osmanlı’nın hâkim olduğu topraklarda sultan olmakla beraber, onların dışındaki âlem-i İslâm topraklarının ve insanlarının da halifesidirler. Bu sebeple 30 milyonun sultanı olan bir padişah aynı zamanda 300 milyonun da halifesidir.

Padişahların saltanat yönünü sadaret, yani sadrazamlık temsil eder; halifelik yönünü de şeyhülislâmlık temsil eder. 30 milyonu temsil eden sadrazamlık, üç mühim şûrâya ayrıldığı halde yeterli olmamaktadır. 300 milyonu temsil eden şeyhülislâmlık için, hiç şûrâya dayanmayan, tek başına bir Şeyhülislamlığın yeterli olması mümkün müdür? Hem meseleler çoğalmış, yepyeni problemler ortaya çıkmıştır. Bütün bu yeni durumlar karşısında Müslümanların ve Müslümanlığın bir şey söylemesi gerekmektedir. Sosyalizm, işçi konuları, bankacılık, emeklilik ve sigorta gibi bütün dünyanın kabullendiği bazı hususlarda, Osmanlı Devletin’in de bunları kabul etmesi için büyük devletlerden baskılar da bulunmaktaydı. Bu durumda tek başına bir Şeyhülislam ne kadar dayanabilir ve nasıl bir çözüm üretebilir? Mutlaka İslam dünyasından seçme ulemanın da içlerinde bulunacağı problemleri çözecek şûrâların kurulması gerekmektedir.

Üstad’ın bu teklifi aslında çok önemlidir. Ama maalesef gerçekleştirilememiştir.

Hatta 1789 Büyük Fransız İhtilâli’nden sonra bütün dünyaya yayılan hürriyet, adalet ve müsâvat gibi kavramlar her yerde tesirini hissettirmiştir. Arkasından sosyal haklar ve sosyalizm düşüncesi dünyayı sarmaya başlamıştır. Rusya’da ve Çin’de komünizme varıp dayanan bu ideolojilere karşı, tâ baştan İslam dünyası bir görüş ortaya koyamamıştır. Halbuki mazlum ve mağdur kalabalıkları hedefleyen bir ideolojiye dönüşen bu anlayışa karşı, bir şey denmesi gerekiyordu. Zira daha sonra Orta Doğu, Afrika, Filipinler ve oralarda bulunan Müslüman toplumlar, inançları ve sosyal hakları konusunda ikilem yaşadılar.

Sadece bunlar değil, anne karnındaki beyin gibi hassas organları özürlü ceninlerin durumları ne olacak? Ve benzeri sorular, yani eski dönemlerde içtihad veya fetva konusu olmamış durumlar hakkında artık şahıslardan çok encümen-i dânişlerin karar vermesi gerekmektedir.

İşte, tâ 1920 senesinde, bütün bunlar için tedbir alınmasını söyleyen Bediüzzaman Hazretleri çözüm olarak tekliflerini göstermiştir.