Thursday, March 31, 2016

Çocuk

“Allah sizleri annelerinizin karınlarından hiçbir şey bilmezler olarak çıkardı. Ancak sizlere işitme, gözler ve kalpler verdi, ola ki şükredersiniz.” (Nahl, 16/78)

İlk kısımda kaydettiğimiz âyet, çocuğun cahil olarak dünyaya geldiğini belirtirken, bu fıtrî cehaleti gidermede ona verilen ilim elde etme yollarına da dikkat çeker:

1- Kulak,
2- Göz,
3- Kalp

İlmi elde etmenin bu üç temel yoluna, aynı sıra ile başka sure ve âyetlerde de temas edilir. Kur’ân bazı kere, bu kelimelerin müteradiflerini (eş manalılarını) kullanır. Ayrıca sağır (summ), kör (umy), dilsiz (bukm, ebkem) kelimeleriyle de aynı mana ifade edilir. (Bakara 2/18) Bu âyetlerde çoğunluk itibariyle önce “kulağın” zikredilmiş olması dikkat çekicidir. Böylece ilahî irşat, bize ima eder ki, çocukta şahsiyetin inşasında ve ilim kazanmada, kulağın rolü, -pratik hayatta “gözü” daha önemli addetsek de- gözden daha öncelikli ve önemlidir. Nitekim, sağır olan aynı zamanda dilsizdir ve hiçbir manaya intikal edememektedir. Hâlbuki işitmesi olanlar, gözleri görmese bile, -pek çok dalda ihtisas dâhil- yüksek tahsil yapabilmektedir. Dikkatimizi çeken başka bir husus, Kur’ân’da, göz kulak gibi duyularla alınan bilgilerin kalpte işlenerek faydalı hale getirildiğine değinilmesidir:

Burada geçen kalp; bir hâldir, maddi değildir, ruhanî ve manevidir. Akıl, ruh, nefis, fuâd gibi başka kelimeler de yer yer, kalp manasında kullanılır.

Kur’ân’da fuâd yani “kalp” kelimesinin -yukarıda görüldüğü ve ayrıca belirtildiği üzere- bilgi kaynaklarını sayan âyetlerde büyük çoğunlukla üçüncü sırada zikredilmesinden hareketle şunu söyleyebiliriz: Çocukta karakter ve şahsiyetin inşasında, kalbin ve aklın rolü sonradan devreye girmektedir. Yani çocuk önce, aile ortamında işitip gördükleriyle kişiliğini bulmaktadır. Zaten aklî meleke, temyiz yaşı da denen 6-7 yaşlarına doğru sonradan inkişaf eden ve büluğla kemâle eren bir hâldir.
**
Aleyhissalatu Vesselam, çocukta dinî vasfın, konuşma yaşından itibaren ebeveynin tesiriyle teşekkül ettiğini belirtir. Batılı bir kısım eğitimciler de, altı yedi yaşlarına geldiğinde, çocukta karakterin tamamen veya dörtte üç nispetinde teşekkül ettiğini iddia etmektedirler. Şu hâlde, hangi kaynak esas alınırsa alınsın ortaya çıkan beşerî bir gerçek var: Çocuk, hayatının ilk yıllarında, yani henüz aklî melekesi devreye girmeden, duydukları ve gördükleriyle, şahsiyetini büyük ölçüde elde etmektedir. Bu durum, çocuğun şahsiyetinin inşasında, anne ve babanın ne derece müessir ve dolayısıyla onun geleceğini ne derece belirlemede ne kadar etkin olduğuna delil olur. Bundan dolayıdır ki, Kur’ân-ı Kerim, çocukların uhrevî saadet veya şekâvetinden anne ve babayı sorumlu kılmaktadır.
**
“… Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır ama görmezler, kulakları vardır işitmezler…” (A’râf, 7/179). Kur’ân böylelerini “sağır, dilsiz ve kör” olarak vasıflandırır. (Bakara, 2/18, 171; Enfâl, 8/22)

Bu son âyette, insan şahsiyetindeki olumsuz gelişmeye temas edilirken, dış âlemden bilgi edinme yollarından olan “kulak” kelimesiyle değil de, “kalb”le başlanması da dikkat çekicidir. Bu bize, temyiz yaşından ve hatta temyize götüren konuşma yaşından önce ruhî ve manevi terbiyeye öncelik verilmesi, çocuğun doğumdan itibaren kulaklarıyla işiteceklerine ve gözleriyle göreceklerine ihtimam gösterilmesi gereğini ifade eder. Çünkü âyet böylece, rüşdüne eren kimsenin, kulak ve göz yoluyla dış âlemden elde edeceği ham bilgilerin ilk yaşlarda teşekkül ettirilen kalp tarafından yoğrularak sağlıklı bilgiye dönüştürüleceğini ihsas ve iş’ar etmiş olmaktadır.

**
Çocuğun dinî şahsiyeti, hadiste geçtiği üzere, konuşmaya başladığı andan itibaren teşekkül ettiğine göre, öncelikle ilk yıllar olmak üzere büluğ öncesi eğitim, onu dinî bakımdan yüceltecek veya alçaltacaktır. Ya akledemeyen, anlamayan “kör”, “sağır” kılacak veya âlâ-yı illiyyîne, ahsen-i takvime (yücelerin yücesine) çıkaracaktır. Bu iki mertebe arasındaki müthiş uçurum, Kur’ân’a göre “kulak” ve “göz” yollarıyla elde edilen dışa ait ham bilgileri işleyen kalbe, kalbin bu ham bilgileri yorumlamasına bağlıdır.

**
Farz ve nafile olan bütün dinî değerlerin çocuklara mümkün mertebe erken yaşlarda öğretilmesi ve yaptırılması gerekir. Hz. Peygamber’in; kendi ailesinden bir çocuk konuşmaya başlayınca, itikada giren kısa âyetler ezberlettiği, keza ashabın da çocuklara kısa sureler, kısa dualar ezberlettikleri rivayetlerde gelmiştir. Özellikle farz olan ibadetlerin erken yaşlarda ele alınması çok önemlidir. Farz olan ibadetlerin çocuğa emredilmesinin, bu ibadetlerin farziyet, mecburiyet kazandığı büluğ çağına ertelenmesi yanlıştır. Aleyhissalatu Vesselam’ın, çocuklar yedi yaşına gelince namazın emredilmesi, on yaşına gelince namaz konusunda daha ciddi durulması hususundaki talimatı bilinmektedir (ki, az sonra hadisin metnini vereceğiz). İslam âlimleri “Temyiz yaşında namaz emredildiğine göre, namazın kılınmasında bilinmesi gereken nazarî bilgilerin, namazda okunacak âyetlerin, duaların, zikirlerin önceden öğretilmesi gerekir.” demişlerdir.