İşte, Hz. Ebû
Bekir efendimiz (r.a.) döneminde İslâmî yapı ve İslâm devleti, Peygamber
Efendimiz’in (s.a.s.) rûhunun ufkuna yürümesinin ardından ve bu hadisenin de
şokuyla gelen irtidat ve isyan hadiselerini bastırıp sükûneti sağladıktan,
devleti güçlendirdikten sonra İslâm, Hz. Ebû Bekir efendimizin hilâfetinin
ikinci yılından başlayarak, Hz. Ömer efendimiz’in (r.a.) on yıllık hilâfeti
döneminde çok geniş bir sahaya yayıldı. Bu yayılmanın neticesinde pek çok
dinden, kültürden, gelenekten ve felsefeden milyonlarca insan İslâm dairesine
girdi. Bunların tamamının İslâm içinde bütünüyle eridiklerini söylemek ve
erimiş olmalarını beklemek mümkün değildir. Hz. Osman efendimiz (r.a.), çok
hızlı fetihler ve Müslümanlar arasındaki belli nisbetlerde zenginleşmenin
meydana getirdiği yeni zeminde devleti za’afa uğratmamak için, oniki yıl süren
hilâfetinin ikinci altı yılının başlarından itibaren üzerlerinde daha rahat
hakimiyeti olur ümidiyle yakınlarını, yani bağlı bulunduğu Emevî kabilesinin
fertlerini illerde valiliğe tayin etti. Fakat bu valilerin bazı yanlış
icraatları illerde ve Medine’de de hoşnutsuzluklara sebep oldu. Bu
hoşnutsuzluklar, elbette bazı milletlere, dinlere ve milletlere mensup olup,
fetihlerle gururları incinen, makam ve mevkileri kaybolan birtakım kişilerin ve
münafıkların kışkırtmaları ve Hz. Osman efendimiz’in etrafındaki bazılarının da
hatalarıyla isyana dönüştü. İsyan, önlenemez bir hâl aldı ve nihayet Hz. Osman
efendimizin (r.a.) şehadeti vuku buldu.
Hz. Osman’ın
şehadetiyle birlikte karışıklık iyice içinden çıkılmaz hale geldi. Medine,
isyancıların kontrolü altındaydı. Hz. Osman (r.a.), geceleyin gizlice
defnedilebildi. Mevcut durum, Sahabe’nin önde gelenleri arasında da
ayrışmalara, farklı görüş ve tavırların doğmasına yol açtı. Bazıları, Hz.
Osman’ın katillerinin bulunup cezalandırılmasını, bu hususta gerekirse
kendilerine vazife verilmesini ve sükûnetin sağlanmasını istiyordu. Fakat,
isyancıların nerdeyse tamamı “Osman’ı biz öldürdük!” diyordu ve gerçek katiller
bulunamıyordu. Bu sebeple, çok büyük çoğunluğun zorlamasıyla hilâfete gelen Hz.
Ali efendimiz (r.a.) ise önce illerdeki valiler dâhil, herkesin itaat altına
girmesini, kesin sükûnetin sağlanmasını ve ondan sonra katillerin araştırılıp
cezalandırılması gerektiğini müdafaa ediyordu. Ayrıca, Hz. Osman efendimiz
(r.a.) dönemindeki bazı valilerin yanlış uygulamaları sebebiyle onları da
yerlerinde tutmak istemiyor, yanlış icraatların önünü almak arzu ediyordu. Ne
var ki, bu çok karışık zeminde zihinler de karışıktı ve fikirler darmadağınık
bir hâl almıştı. Böyle bir kaosu yaşamayanın onu anlaması zor olur.
Sözkonusu kaos,
nihayet Cemel, Sıffîn ve Nehravan savaşlarını doğurdu; en sonunda da Hz.
Ali’nin şehadetine ve Hz. Muaviye’nin hilâfeti ele alıp, nihayet onu
“Hilâfet’in saltanatı”na dönüştürmesine sebep oldu. Siyaset âlemindeki bu
fırtınalar, Ümmet’i ve onun önde gelenlerini uyardı. Siyasetin insanları değiştirebildiğini
gördüler ve bütün himmetlerini ilme ve maneviyata verdiler.