Sunday, March 13, 2016

Kaynağın Kudsiyeti

Kur’ân ve Hadis, İslâm’ın temelidir. İnsanları genelde harekete sevkeden de, onlardaki Hz. Allah’a, Hz. Peygamber’e ve Kur’ân’a olan iman, bu imanın kalblerde meydana getirdiği sevk ve şevktir. Tarih de, günümüz de açıkça şahittir ki, insan, genellikle ya nefsinin, nefsanî yönünün tesiri altında, ya da Din’in yönlendirmesiyle hareket eder. Terbiye görmemiş ve tezkiyeden geçmemiş nefs-i emmare ile Din, çok defa çatışır. Dolayısıyla, insanlara doğruyu, nasıl davranmaları ve ne yapmaları gerektiğini tebliğ etmenin en iyi ve en tesirli yolu, onlara Din’in kaidelerini, hükümlerini, yani Cenab-ı Allah’ın ve Cenab-ı Peygamber’in buyruklarını, Cenab-ı Allah’ın ve Cenab-ı Peygamber’in buyrukları olarak anlatmaktır. Çünkü insanları en fazla kabule ve itaate sevkeden, kaynaktaki kudsiyettir. Kaynakta, buyrukların sahibinde kudsiyet yoksa, insanlara bir şeyi yapıp yapmamanın onlar için ne kadar iyi ve kötü, hayatları ve sağlıkları için ne kadar gerekli veya gereksiz olduğunu, o şeyi yapıp yapmamadaki hikmetleri delilleriyle anlatmak, zihinlerinde kabûl meydana getirse, aklen onları ikna etse bile, nefislerini itaate, o şeyi yapıp yapmamaya sevketmede yeterli olmaz. Bundandır ki, Kur’ân ve Hadis’in hükümleri, emirleri ve yasakları insanlara bizzat Cenab-ı Allah’ın ve Cenab-ı Peygamber’in buyrukları olarak âyetlerle, hadislerle tebliğ edilmeli, ondan sonra onlardaki hikmetler üzerinde bir takviye olarak durmak gerekirse durulmalıdır.