Felsefe, sırf
beşer düşüncesi olarak, insan aklına âdeta perestij eder. İnsana verdiği kendi
düşüncesini beğenme duygusuyla, insanı kendi kabiliyetlerinin mağlûbu yapar.
Bunun neticesinde insanda başkalarının gözünde değer kazanma, övülme, kabûl
edilme, başkalarından üstünlük duygusu, kendini beğenme, başkalarını küçümseme
gibi en bayağı duyguların gelişmesine sebep olur. Bu duyguların tesirindeki bir
insan ise, kimseden öğreneceği bir şey olmadığı zannıyla kendi malûmatı içinde
boğulur ve ilmen de, mânen de, ahlâken de terakki etmez. Terakki etmek şöyle
dursun, sükut eder, çöker. Daha da öte, insanı farklı olduğunu güya göstermek
ve ispat etmek için farklı davranmaya, olduğundan farklı görünmeye, kendisini
takdir edenlerin gözünde makamını korumak için onların önünde eğilmeye kadar
götürür. Farabî ve İbn Rüşd gibi Müslüman filozoflar bile şu veya bu şekilde bu
duyguların tesirinden kurtulamamış ve filozofu peygamberden –hâşâ– bir bakıma
üstün görme gibi bâtıl itikadlara sapmışlardır.