Friday, March 11, 2016

Erken Kaybedenler


İhtiyarlığın güzel yanı şu, ağzına geleni söyleyebiliyorsun, insanlar sadece gülüyor. Çocukluk zor bu açıdan, bir küfredeyim diyorsun, herkes kaşlarını çatıyor. Anneannem bir toplum düşmanı esasında. Ben, anneannemle toplum arasındaki tampon bölgeyim. Çarşıda, pazarda, her yerde. Bana ne kadar yumuşaksa başkalarına o derece sert. Bu durum da hoşuma gitmiyor değil. Yufka yürekli bir insan olsa beni de o yüzden seviyor herhalde derdim, başka insanlardan bir farkım olmazdı o zaman. Anneannemin, sevgisini tek insan üstünde toplayabilme gücü var. Sevgiyi yüzeysel olarak dağıtacağına bir noktada yoğunlaşabiliyor. Sevebilme kapasitesi aynı kapasite, sadece sevilen insan için daha yoğun, daha etkili. Buna da saygı duymak lazım.

Bir de şu var, anneannem bu hayatta fikirlerime gerçekten değer veren tek kişi. Seçimlerde bile danıştı. Oy pusulamızı alıp paravanın arkasına gitmiştik. ‘Evet’ mührünü aldım. “Kime oy vereceksin anneanne?” diye sordum.

“Bilmem, kime verelim?”

Düşündüm, sorumluluk altında hissettim kendimi, “Boş atalım istersen,” dedim.

“Buraya kadar boşuna mı yürüdük?”

Saadet Partisi’yle TKP arasında kararsızlık yaşıyordum. Genellikle muhafazakâr bir insanımdır ama komünizm heyecanını da her zaman yaşamak istemişimdir.

“Anneanne sen solcu musun?” diye sordum.

Sonuçta oy onun, ben sadece yardımcı olmaya çalışıyordum.

“Bir şeyci değilim.” dedi

“Her türlü manipülasyona açıksın yani.”

“Evet.”

“Bu yaştan sonra komünizm heyecanını yaşamak ister misin?”

“İsterim.”

“O zaman oyumuzu Türkiye Komünist Partisi’ne verelim mi? Onlar da seksen dört yaşındaymış, sen de seksen dört yaşındasın. Broşürlerinde okudum.”

“E iyidir o zaman, verelim.”

Bastım mührü çark çekicin altına. Teyzem oyumuzu komünistlere verdik diye çok kızdı. Anneannem “Kime istersek ona veririz.” dedi. Teyzem de aklınca CHP’ye verdirecek. Ben hiçbir zaman merkezi bir partiye oy vermem, verdirmem, duygusal ve romantik bir insanım, beş yaşından beri şairim ve muhafazakâr olduğum kadar da radikalim, her türlü ortamda kişiliğimi belli ederim yani. Beni bir sefer gören adam bir daha umursamaz zaten, hard jöleyle bütün sac tellerimi tek tek dikiyorum havaya çünkü. Ayrıca imkânı olsa terör örgütlerine veririm oyumu çünkü bu devletin yıkılmasını istiyorum, çünkü annem babam öldüğü zaman hiçbir şey yapmadı devlet, ayrıca Yasemin düşünmek için süre istediği zaman hiçbir devlet büyüğünün araya girip işleri yoluna koymak için çaba sarf ettiğini de görmedim. Hep boş vaatler; yaralar sarılmadı.”

**
Annem babam olacak insanlar bir trafik kazasında öldüler. Pek üzülmedim. Beni anneanneme bırakıp davetli oldukları bir akşam yemeğine gidiyorlardı. Bıraktıkları yerde kaldım. Bazen ne uzun yemekmiş diye düşünüyorum, sanki dönecekler de üç sene süren yemeği anlatacaklar, yiye yiye yüz elli kilo olmuş olacaklar Allah bilir. Kendini kandırmaca, en sevdiğim oyun. Yoksa bizim arabanın hurdasını da gördüm, girdiği kamyonun altında akordeona dönmüş. Hurdacıdan iki bin lira aldık, anneannem “O para harcanmaz,” dedi. Ramazanda fitre verdiği, kendisinden on yaş genç ihtiyar bir teyze vardı, yarı sağır, ona verdi.

Aradan çok uzun zaman geçti, çok büyüdüm, onları özledim mi? Daha çok geceleri. Öfkeyle sıvanmış bir özlem. Bazen sinirden mi gözlerim doluyor, sevgiden mi, özlemden mi, yoksa nostalji ihtiyacından mı bilemiyorum, herhalde alışkanlıktandır deyip uyuyorum. Beni bu çıkmazdan Yasemin kurtarabilirdi, o da düşünmek için biraz süre istedi. Yedi sene önce. Bazen amma uzun düşündü diye düşünüyorum, daha çok günbatımlarında. Sadece gittikleri şehrin ismini biliyorum oysa. Dediğim gibi, kendini kandırmadan yaşamanın ne anlamı var. Çıplak gerçekler kimi tatmin edebilir ki? Bir derviş ya da manyakoğlumanyağın teki değilseniz olayları küçültmeden ya da büyütmeden, oldukları gibi kabul ederek yaşayamazsınız.